‘Hilekarlar ve Şarlatanlar’ Kategorisi için Arşiv

Bazı internet siteleri ve ufo kitaplarına göre en büyük bilimsel ört-bas Dropa halkının 12.000 yıl önce günümüzde Çin ve Tibet sınırında bulunan Baian Kara Ula Dağlarında yaşamış Dropa ve Ham ırklarının yaşadıklarını anlatan disk kayıtlarıdır. İnanılması imkansız bu olay bilimsel bir gerçek midir? İnsanlardan saklanan bir sır mıdır? Yoksa basit bir aldatmaca mıdır? saklı Site olarak bunu araştırdık…

İNANILMAZ KEŞİF
1938 senesinde Çinli Profesör Chi Phu Tei önderliğinde yürütülen arkeolojik keşif gezisinde Baian Kara-Ula Dağındaki mağaralarda bilinmeyen bir ırka ait mezarlar bulunmuştur.

Oldukça kırılgan olan iskeletlerin kafatasları gelişmiş ve vucutlarına göre hayli büyüktü. Önceleri maymunlara ait olduğu düşünülen bu iskeletlerin mezarlarda gömülü olması ekibe ilginç geldi. Mağara duvarlarında güneş, ay ve yıldızlara ait bir çok çizim keşfedildi.

Arkeologlar tozlu zemine saplı çok sayıda taş diski kazarak açığa çıkardılar. Plakları anımsatan dislerin ortasında bir delik ve merkezden kenarlara giden spiral ince çizgiler vardı. Sanki taş diskler günümüz plaklarını veya CDlerini anımsatıyordu.

İşin en korkunç yanı yapılan tetkiklerde diskleri yaşının 10-12 bin yıl olduğunun anlaşılmasıydı. Bilim dünyasını sarsacak bu disklerden 716 adet bulundu. 2 cm kalınlığında ve ortalama 25 santi çapındaki bu disklerin aslında uzaylı bir ırkın tarihi kayıtları olduğu 20 yıllık bir çalışma sonunda 1962 senesinde Dr. Tsum Um Nui tarafında ortaya çıkaılacaktır. Çözülen yazılarda anlatılanlar o kadar sansasyoneldi ki, Pekin Akademisi sonuçları yayınlamaı reddetti ve hatta bu buluş hiç olmamış gibi sessiz kalmayı tercih etti.
DİSKLERİN İÇERİĞİ:
Bu disklerde ne mi yazıyordu:
Taş diskler uzak bir gezegenden gelerek Dünyada mahsur kalan ve kendilerine Dropa adını verdikleri dünya-dışı bir ırkın vakarüsleriydi. Gemiler Baian Kara-Ula dağlarına düşen Dropalı gezginler mağaralar sığınarak buralarda yaşamlarını sürdürmeye başlamışlardı.

Oldukça uysal ve barışçı olan Dropalar yerli Ham kavimleri tarafında yanlış anlaşılarak düşman kabul edilmiş ve Ham insanları Dropaları avlayıp öldürmeye başlayacaklardır. Zamanla Ham kavmi ile Dropa arasında iletişim kurulacak ve bu anlamsız savaş sona erecektir.

Olay Batı basınında ilk olarak 1968 senesinde Sputnik Dergisine bir makale yazan Rus dil uzmanı Dr. Viatcheslav Zaitsev sayesinde duyulacaktır. Taşları inceleme fırsatı bulan Dr. Zaitsev bunların yüksek konsantrasyonda kobart ve ender bulunan bir kısım metaller içerdiğini anlayacaktır. Osilograf testinde taşların salınım ritmi dünyadaki hiç bir nesneye benzemediği tespit edilecektir.

Ayrıca kemikler üzerinde yapılan tetkiklerde dünyada yaşayan hiç bir ırkla akrabalık bağı kurulamamıştır. Daha sonra Daniken ve Kolosimo gibi Antik astronot Teorisyenlerinin savlarına malzeme olacak olan bu keşif unutulup gidecektir. İnternetin yaygınlaşmasıyla yeniden gündeme gelen keşif hakkında Stupnik Dergisindek makale içeriği sakız gibi tekrarlanıp duracaktır.

Ta ki 1974’te, Avusturyalı mühendis Ernst Wegerer’in Xian’daki Banpo Müzesine bu disklerden ikisini getirdiği açıklanana kadar yeni bir bilgi bulunmayacaktır. Wegerer disklerin 4 adet fotoğrafını çekmiştir.Müze yetkilileri diskleri teşhir etmeyi reddetmiş ve gelen araştırmacılara da kaybolduğunu veya tahrip olduğunu söylemişlerdir.

İçinde çok sayıda Türkçe internet sitelerinin bazı yazılarında söylediği gibi bu “tarihin en büyük ört-bas olayı” mıydı. Yoksa farklı bir şeyler mi vardı?

EFSANE BÖYLE BAŞLADI:
1962 senesinde Alman Das Vegetarische Universum (Vejeteryan Kainat) ismli derginde Çin ve Tibet arasındaki bölgede bulunan uzaylılara ait disklerden bahsetmiştir. Makalenin yazarı Reinhardt Wegemann şunları söylüyordu;

“Tibetle Çin sınırları arasından bulunan Baian Kara Ula Dağlarındaki bölgede çok sayıda mağara vardır. 25 yıl önce burada üzerlerinde garip hiyeroglifler yazılı tabletler bulundu. Binlerce yıl önce sert kayadan tabletler üzerine henüz bilinmeyen bir metodla bu yazılar kazınmıştır”

1964 senesinde aynı içerkli yazı bu kez Alman UFO dergisi UFO-Nachrichten’de yayınlanacaktır.Böylece Dropa efsanesi Batı basında meşhur olacaktır. Almanca makale bu kez Rus Dergisi Neman’da yayınlacak ve efsanenin anavatanı 1968’de öğrenecektir! Böylece aynı içerikli yazı sadce ırkın adı Dzopa,Dhzopa, Dzohpa, Dhropa, Dropa şeklinde değiştirilerek yayınlanmaya ve başkaca ülkelerin medyasında da duyulmaya başlanacaktır.

YALANCILAR KADAR ŞÜPHECİLER, İNANANLAR KADAR ARAŞTIRANLAR DA VAR:
Bu haberle ilgili ilk şüpheler 1973 senesinde meşhur “Flying Saucer Review” dergisi direktörü Gordon Creighton tarafından sorgulanmaya başlanacaktır. G. Creighton yaptığı araştırmada 1938 senesinde, öncesinde ve sonrasında Baian Kara Ula Dağlarında keşif yapıldığına dair hiç bir kayıt bulamayacaktır.Ayrıca Prof. Chi Pu Tei isminda hiç bir Çinli profesör olmadığını açığa çıkaracaktır.Tsum Um Nui veya onun raporuna ulaşmaya çalışacaksa da başarılı olamayacaktır.
1979 senesinde Sungod in Exile isimli kitabında David Agamon tarafında yazılan keşfe ilişkin yazı ve resimlerin de birer aldatmaca olduğu Fortean Times isimli meşhur İngiliz dergisi tarafında ortaya çıkarılacaktır.

SAKLISİTE’NİN YORUMU:

Kısacası Dropa Efsanesi tamamen hayal-ürünüdür. Yukarıda anlatılan olayıların olduğuna dair kaynağı belli olmayan bir kaç asparagas dergi makalesi ve ne olduğu belli olmayan bir kaç disk resmi dışında hiç bir ciddi ve bilimsel kayıt bulunmamaktadır. Olayıda bahsi geçen isimlerde sahıslar bulunmamakta, ortada da maddi hiç bir delil bulunmadığı gibi inandırıcılıkta uzak bir şehir efsanesi dışında tek sayfa yazı da yoktur. Olayı açığa çıkaran iki profesör düşünün ki, tek bir bilimsel çalışmada adı geçmeden bu ünvanı kazanmış olsunlar ve hiç bir üniversitede çalışmıyor olsunlar…

Öyküde mantık hataları da çoktur. Örneğin;

Uzay gemisi ile dağa düşen uzaylılar neden koca koca taşları oysunlar. Böylesi ileri bir teknoloji sahibi ırk niye daha kolay bir yol seçmemiştir?

Kendilerine düşman bir dünyaya neden kayıt bıraksınlar?

Bir çok eski medeniyetin yazısı çözülemezken bu yazı nasıl okunabilmiştir. Eski yazıların çözümünde Rosetta Taşı denilen bir metod kullanılır. Bu metodta okunamayan yazı okunabilen yazılarla karşılaştırılır. Uzaylı dilini içeren bu yazılar hangi okunabilmiş dünya-dışı yazılarla karşılaştırılmlştır?

Diskler, kemikler nerededir? Saklandıkları kabul edilse de mağaralar hala yerinde duruyor. Niçin gidilip yeri bulgular aranmamıştır.

Taşlar ortada yokken Rus Dr. Zaitsev nasıl tetkik yapabilmiştir?

Niçin kaynaklarda 23 cmlik Kaşar Peyniri Tekeri çapında olduğu yazılan diskler resimlerde Değirmen Tekeri iriliğindedirler?

İnternette dolaşan Dropalılara ait fotografı 12.000 yıl önce hangi medya fotografçısı çekmişti (Bu doğru ise taşlarda daha önemli bir ört-bas var demektir)

En iyisi Dropaları Gar-dropa kaldırmak ve gerçek bir öykü gibi ballandıra ballandıra anlatmaktan vazgeçmek.

KAYNAK   ; Saklı Site (Kaynak Göstermeden Alıntı Yapmayın. Kaynak göstermeniz halinde çalmamış olacaksınız. Basit bir şekilde siteyi kaynak olarak yazmak “Hırsız” olmaktan iyidir)

19 ncu yüzyıl Londrasının bilinen en meşhur suçlusu sadece Karındeşen Jack değildir. Onunla çağdaş Zıplayan Jack, Türk okurları tarafından gizem meraklıları dışında pek bilinmemekle birlikte karındeşen kadar meşhurdur. Bu yaratık geceleyin ortaya çıkmakta, inanılmaz sıçrayışlar yapmakta, bazen ayakların bazen ellerin üzerinde yürümekte, gözlerinden ateşler çıkarmakta ve karşına çıkana zarar vermekten de sakınmamaktadır. Aşağıda anlatılan olaylar size inanılmaz gelebilir ancak gerçektir….

Zıplayan Jack

Zıplayan Jack (İngilizce ismi Spring Heeled Jack) bir canavar mı, uzaylı mı, yoksa üzerinde gizli aparatlar saklı bir kostüm giyen çılgın bir bilim adamı mıydı? Bu soru hala tüm dünyada sorulmaktadır. 1830 yılında bu adam tüm İngiltere’ye korkutmuştu. Görenler onu uzun, zayıf, güçlü, ile siyah pelerin giyen ve 6-9 metre kadar sıçrayabien bir insan olarak tanımlamaktaydılar. Büyük noktalar şeklinde gözleri ve burnu olan, garip beyaz ve mavi ateş tüküren bir yaratık olduğu da rapor edilmişti.

İlk olarak 1837 Eylülünde görüldü. Gecenin geç saatinde işinden evine dönen bir iş adamı mezarlık demirleri üzerinde garip bir karartı gördü. Mezarlık parmaklıkları 3 metre yüksekliğinde olmasına rağmen, yabancı bunları hiç zahmet çekmeden tırmandı ve karşı tarafa geçerek adamın yolunun önüne çıktı. Sivri kulakları vardı ve gözleri kırmızı parlıyordu; burnu da dik ve sivri idi.

Bir süre sonra Zıplayan Jack 3 kadın ve bir erkeğin içinde bulunduğu bir gruba saldıracaktır. Hepsi kaçtıysa da Polly Adams geri de kaldı. Zıplayan Jack onu buluzundan yakaladı, göğsüne yapıştı ve karnını pencelemeye başladı. Bu saldırı sırasında şuurunu kaybeden genç kızı polis baygın olarak bulacaktır.

1838 yılının 22 Şubatında 18 yaşındaki Jane Alsop evinin kapısının çalındığını duydu. Kapıyı açtığında karşısına çıkan siyah cübbeli bir adam ( zamanlar polisler siyah cübbe giyiyorlardı) “Ben bir polisim. Allah aşkına bana bir ışık getirin. Bu sokakta Zıplayan Jack’i sıkıştırdım” diye bağırıyordu. Jane babası ve iki kız kardeşi ile aynı evde oturuyordu. Adama ışık getirmek için geri döndü. Bir mum bularak adamın olduğu kapı ağzına döndü. Işık adamın garip yüzünü aydınlattı:  Bu Zıplayan Jack’ten başkası değildi. Aniden kızın yüzüne mavi-beyaz bir gaz püskürttü. Kız kaçmak istediyse de, yabancı onu saçlarından yakaladı. Bu sırada olay yerine gelen kız kardeşlerden biri kurbanı içeri çekmeye çalıştı. Zıplayan Jack telaşla uzaklaşana kadar bir süre kapının önünde görültü yapacaktır. Tanıklardan birine göre Jack, Jane’nin bahcesine paltosunu düşürerek kaçacaktır. Bazı görgü tanıkları Jack’in bir suç ortağı daha olduğunu söyleyeceklerdir.

Zıplayan Jack

Jane polise verdiği ifadede Zıplayan Jack’i şöyle anlatıyordu: “Kafasında büyükce bir kask vardı ve muşambayı andıran bir elbise giyiyordu. Elbiselerinden biri polislerin giydiği cübbeye benziyordu. Elleri oldukça soğuk; buz gibiydi ve penceleri çok güçlüydü. Ama en korkunçu gözleriydi. Ateş topları gibi yanıyordu“.

Zıplayan Jack’in saldırıları ve şımarıklıkları devam edecektir. 19 ncu yüz yıl boyunca İngiltere’nin neredeyse her yerinde görülecektir. 1830ların sonuna doğru bir ara ortadan kaybolduysa da, 1840 yılından 50 lere adar zaman zaman piyasaya çıkacaktır. 1870de bir nöbetçi bölüğünü korkutacak, karanlıktan ok gibi fırlayarak ıslak ve soğuk elleri ile onların suratlarını tokatlayarak, nöbetçi kulubesinin çatısına sıçrayacaktır. 1877’de kızgın kasaba halkı sokaklarda ardından ateş edeceklerdir. O sadece kahkahalar atarak karanlığa karışacaktır.

Zıplayan Jack

Bugün Zıplayan Jack’in kim veya ne olduğu hala bilinmemektedir. Onunla ilgili bir çok kitap, çizgi roman ve bir de sinema filmi vardır. Ve tabii pek çok teori ve sansasyonel açıklama…..

1971 senesinden bu yana İspanya’nın Belmez Kasabasında bir evin mutfağında kendiliğinden ortaya çıkan çizimler herkesi şaşırtmaya devam etmektedir. Tüm çalışmalara rağmen resimlere ilişkin bir sahtekarlık tespit edilememiştir.

Belmez Resimleri

23 Ağustos 1971 tarihinde Maria Gõmez Pereira isimli bir İspanyol kadını evinde çok garip olaylara seyirci kalmıştır. Mutfağının zemininde aniden bir insan yüzü belirmişti. Resimin üzerini kazıyarak tahrip etmesine rağmen altı gün sonra tekrar belirdi ve bu kez üzeri cimento ile örtüldü. Bir hafta sonra aynı yerde başka bi yüz açığa çıktı. Aile yeniden resmi tahrip etmek istediyse de, bu kez araya giren Belediye Başkanı olaya müdahale etti ve cimento kalıbını kırdırarak attırdı ve resimleri korumaya aldı. Olayın geçtiği arazinin eski bir mezarlık olduğu bilindiğinden, bu esrarengiz olaya neyin sebebiyet verdiğini araştırmak için zeminin kazılmaya başlandı.

Hayalet Resimler

Dokuz adım kazıldıktan sonra insan kemiklerine ulaşıldı ve bunlar dini adetlere göre yeniden gömülerek, mutfağa yeni bir zemin döşendi. İki hafta sonra yeniden bir erkek suratı zeminde belirdi. Sonraki iki hafta içinde etrafında bir çok küçük yüz bulunan bir kadın suratı görülmeye başlandı.

Mutfaktaki Hayalet

Zamanla bu esrarengiz olayın bir izleyici kitlesi oluştu. Bunların bazıları yeni yüzlerin ortaya çıkmasına bizzat şahitlik yaptılarsa da, tüm bu olanlara mantıklı ve tatminkar bir açıklama getirmeyi kimse başaramadı. Bu şekillerden bazıları bir gün içinde görünüp kaybolurken, bazıları ise çok uzun zamanlar yerlerinde durmaktadılar. Odaya konulan teyipler geri sarılarak dinlendiğinde, fısıltı sesleri ile ağlama çığlıkları duyulmaktaydı.

Hayalet Ressam

Zemin sık sık kırılarak değiştirilse bile, geriye dönen yüz şekilleri her seferinde yeniden kendini göstermekteydiler. Şekiller deterjanla silinerek çıkarılmaya çalışıldıysa da, resimler tekrar ve tekrar ortaya ıkmaya devam ettiler. Kimyacılar çimento kalıplarını tahlil ettiyseler de, herhangi bir boya ve kimyasal maddeye rastlamadılar.

Görüntülerden Birinin Yeri

Olay 1972 senesine kadar devam etti. Hiç bir bilimsel açıklama getirilemedi. Bunun bir aldatmaca olduğundan tutun da, hayalet işi olduğuna, ve hatta Maria Gõmez Pereira’ın psikokenetik güçleri olduğuna kadar bir çok görüş ortaya atıldı. Ancak yine de Belmez resimleri günümüze kadar birer sır olarak kalmayı sürdürdüler

Bu esrarengiz olay 60’lı yıllarda açığa çıkarılmasına rağmen henüz aydınlatılamamıştır. 23 Mayıs 1964 günü eski bir itfaiyeci olan Jim Templeton tüm dünyayı şaşırtan bir fotoğraf çekti. Aradan “kırk beş yıl” geçmesine rağmen fotoğrafa akılcı bir açıklama getirilememiştir.

Fotoğraf meraklısı olan Jim, beş yaşındaki kızı Elizabeth’i yanına alarak Carlisle’nin sekiz mil batısında bulunan Burgh Bataklığına gittiler. Sıcak ve güneşli bir gündü. Jim yanına kamerasını almış ve yürürken bir çok resim çekmişti. Bu sırada hiçbir gariplikle karşılaşmamasına karşın eve dönüp resimleri tab ettiğinde şaşkınlıktan dona kaldı. Resimlerden birinde bir çeşit uzay elbisesi giymiş bir adamının yarı transparan görüntüsü vardı. Bir figür kızının kafasının sağında ve garip bir açı ile durmaktaydı.

Uzaylı Fotoğrafı mı Yoksa Yanılsama mı?

Jim’e karısı ve kızı Elizabeth’e göre o gün bataklıkta kendilerinden başka kimse bulunmamaktaydı. Resmi kontrol ettiklerinde bu adam ya çok uzun boylu biri olmalıydı veya havada asılı durmakta olduğu sonucuna vardılar. Kodak firması resmi incelemesine rağmen hiçbir açıklamada bulunamadılar ve gizemi çözecek olan kimseye bütün ömrü boyunca bedava film verme ödülü koydular. Henüz bu ödüle bir aday çıkmamıştır.

Jim, bu ilginç olay karşısında yapmış olduğu açıklamada fotoğrafı çektiği sırada hiç Ufo görmediğini ve bu konularla da ilgilenmediğini söylemiştir. Ancak sonraki yıllarda Burgh Bataklığında Ufo görme olayları gittikçe artacaktır.

“Bataklık kıyısındaki bazı balıkçılar Ufolar gördüklerini söylemekte ve bazı garip olayların gerçekleştiğinden bahsetmektedirler. Bazı bilim adamları onların Chapel Cross Atom Enerjisi İstasyonu ile ilgilendiklerini açıklamışlardı. İstasyon benim resmimin sağında görülmektedir” diye açıklamalarına eklemiştir. İstasyon Carlisle’nin 15 mil kuzeybatısında İskoçya sınırı yakınlarındadır.

Bu hikayede ayrıca üç önemli husus daha vardır: Birincisi, Jim’in resmi çektiğini söylediği günden bir gün sonra Blue Steak uzay roketi Avustralya’nın Woomera kentinde uzaya fırlatılmak üzere hazırlamış ancak teknisyenler fırlatma alanında iki büyük maket bulunması sebebiyle geri sayım işlemlerini etelemişlerdi. Bu maketler Jim’in esrarengiz ziyaretçisine benzemekteydi.

O aynı zamanda Blue Steak roketinin İngiltere’nin Space Adam kentinde yapıldığını öğrendi ki, burası resmin çekildiği Bataklığa çok uzak bir mesafede değildi.

Resmin tab edilmesinden hemen sonra iki adam Jim’e bir ziyarette bulundular ve onu “siyah Jaguar marka arabaları” ile bataklığa götürüler. İki adam ona kimlik kartlarını göstererek hükümette görevli araştırmacılar olduklarını söylediler. Bölgede bulunan hayvanlarla ilgili anlamsız sorular sordular. Hava koşulları hakkında bilgi istediler. Jim’in çektiği resimdeki şeklin orada bulunan bir adama ait olduğunu teklif etmelerine direnmesi üzerine açıkça sinirlendiler. Jim’i arazide bırakarak araçları ile uzaklaştılar ve Jim evine kadar beş millik mesafeyi yürümek zorunda kaldı.

Jim’in Kodak firmasına gönderdiği ikinci filimler birkaç hafta sonra bazı negatifleri kaybolmuş olarak geriye gönderildi. Jim resimlerde bulunan bir sır sebebiyle bunların hükümet ajanları tarafından el konulduğuna inanmaktadır.

(‘Encounter’ dergisinin Haziran 1996 sayısından tercüme edilmiştir.)

Kırk yıl kadar önce iki bilinmeyen araştırmacısı ile bir maceraperest ve bir ceset etrafında geçen olaylar hala sırrını korumaya devam etmektedir. Hansen isimli panayırcı bir sahtekar mıydı. Yoksa bir cinayet topluma farklı biçimde mi gösterildi ve para kaynağı yapıldı. Yoksa bilim tarihinin en büyük buluşu değer bilmez ellerde yok olup gitti?

Buzadamı Buzdan Lahdinin İçinde

1968 yılında biri bir bilim kurgu yazarı Ivan Sanderson ve diğeri Belçikalı bir tabiat bilimci Dr. Bernard Heuvelmans, üzeri kıllarla kaplı ve tam olarak insan olmayan bir yaratık hakkında söylentiler duyduklarında bir proje yürütmek için Sanderson ’un evinde bir araya geldiler.

Garip insan benzeri yaratık sahibi Hansen tarafından bir cam kabin içerisinde dondurularak korunmuş olarak ve “Buz devrinden kalma tek insan” etiketi altında 25 sent bedeli mukabilinde tüm Amerika Birleşik Devletlerinin bir ucundan diğerine gezerek meraklılarına gösteriliyordu.

Buzadamı Çizimleri Sanderson ve Heuvelmans birlikte araçlarını Hansen ’in küçük treylerini park ettiği çiftliğine gittiler. Yaratığı incelediler ve netice itibarıyla bunun bir Neanderthal adam veya bir Kocaayak olduğuna ikna oldular.

Hansen’in iznini alarak yaratık üzerinde üç gün süren daha geniş kapsamlı incelemelerine başladılar. Önlerinde duran şey gerçekti ve kesinlikle bir aldatmaca söz konusu değildi. Delilleri arasında eriyen kısımlardan dışarıya çıkan et parçalarında kokuşma ve çürümeler vardı. Ayrıca yaratığın gözünden vurularak öldürüldüğünü kayıtlarına geçirdiler.

Hansen bu yaratığın nereden temin edildiği konusunda asıl sahibine söz verdiği için hiç bir açıklama yapamayacağını söylemiştir. Hansen’in anlattığına göre bu ganimetin asıl maliki Kaliforniyalı egzantrik milyoner bir iş adamıydı. Sonununda Hanser Doktor Heuvelmans ve Ivan Sanderson’a eğer başkalarına anlatmama sözü verirlerse yaratığın nasıl temin edildiğini ve nerede bulunduğunu anlatabileceğini söylediyse de ne Heuvelmans ne de Sanderson böyle bir söz veremeyeceklerini belirttiler. Böylece Karadamın orjinine ilişkin tarihsel hikayeye bir cevap alamadılar.

Bununla ilgili hiçbir kayıt bulunmamasına rağmen, Heuvelmans yaratığın Vietnam savaşı sırasında vurulduğu ve askerler için kullanılan ‘ceset torbası’ içinde Amerikaya getirildiği sonucuna vardı. “Preliminary Note on a Specimen Preserved in Ice; Unknown Living Hominid – Buz içinde Korunan Tür üzerine Giriş Notu: Bilinmeyen İnsansı-Varlık.” başlığı altında bir yazısını Belçika Tabiat Bilimleri Enstitüsüne gönderdi. Sanderson aynı konu ile ilgili “Living Fossil – Yaşayan Fosil” alı makalesini Argosy Dergisinde yayınlattı.
Makaleler yayınlandıktan sonra Sanderson’un Dr. John Napier’e ulaşarak yaratık üzerinde daha geniş ve tam bir bilimsel araştırma yapılmasını istemesiyle Smithsonian Enstitüsü işin içine iyice girdi. Bazı tartışmalardan sonra Smithsonian’ın başındaki yöneticiler cinayet teorisini yeniden gözden geçirdiler ve işin FBI ı ilgilendiren bir ırk katliamı olduğu sonucuna vardılar. Ancak, FBI ın başkanı J. Edgar Hoover varlık eğer canlı bir insan değilse onları koruyan her hangi bir yasa olmadığını belirtti.

Tabloit Naional Bulletin gazetesinin Helen Westring isminde bir bayanın yaratığı kendisinin vurduğuna dair hikayesini basmasıyla bu kez konu kamuoyunun önüne geldi. Kadının söylediklerine göre yaratık 1966 senesinde Minnesota’da Bemidji bölgesinde kendisine saldırmış ve onu vurmuştu. Sağ gözünden tek atışla vurduğunu söylemekteydi. 1967 yılında özel efektlerle bezenmiş “Iceman-Buzadamı” adlı film eş zamanlı olarak gösterimdedir. Disneyland’a çizimler yapan Howard Ball ve oğlu Kenneth “sanatçı gözüyle Cro-Magnon adamı” olarak adlandırdıkları “kafatası kırılmış ve bir gözü dışarı fırlamış” lastikten bir taklit yapmışlardı.

Hansen ve Buzadamı Sergide

Hansen hiçbir zaman orijinal yaratığın bir model olduğunu açık bir şekilde ne belirtti ve ne de aksini reddetti. Yaptığı resmi açıklamada yaratığı isimsiz bir milyonerden üzerinde inceleme yapılmasına izin verilmemesi şartıyla satın aldığını bildirdi. Smithsonian ilgisini çok çabuk kaybetti ve olayı bir aldatmaca olarak kayıtlarına geçirdi. Sanderson ve Heuvelmans bundan sonra yaratık hakkında hiçbir açıklama yapmadılar. İki yıl kadar sonra Hansen’in şöhretini korumak için “buz adamı” yok ettiği söylentisi ortalıkta dolaşmaya başladı. Buna rağmen kopyaları zaman zaman panayır yerlerinde teşhir edildi ve daha sonra Hansen’le birlikte tarih oldular…

17nci yüzyılda İngiltere büyük bir savaşın içine girmiş, ülke büyük çalkantılar yaşamaktadır. Bu dönem içinde halkın kontrolü zorlaşmaya başlamış ve halk arasında savaştan dolayı soylulara yönelik hoşnutsuzluk artmıştır. Bu kargaşa ortamı içinde Kral Charles zaten ülkede uygulanmakta olan cadı avcılığı ile halkı korkutma ve kendine bağlayamaya karar verdi. Böylece tarihin en önemli Cadı Avcısı Matthew Hopkins görevlendirildi.

Matthew Hopkins; Cadı Avcılarının Generali

Matthew Hopkins 17nci yüzyıl İngilteresinin en meşhur cadı avcısıydı. Aslında bir papazın oğluydu. iyi bir din ve hukuk öğrenimi görmüştü. Gittikçe artan şiddet duygusu, güvensizlik, İngiliz Sivil Savşı boyunca ortaya çıkan dini heyecan tabiatdışı olaylara yönelimi de arttıracaktır. Matthew Hopkins işte böyle bir atmosfer içinde ortaya çıkacaktır.

Meslek hayatı boyunca Cadı-Avcısı Hopkins, 200 ila 400 arası kimseyi büyücülükle suçlacaktır. Bu korku saltanatı ilk olarak 1644’de Essex’de başlayacaktır. Tek bacaklı Elizabeth Clarke Tanrı düşmanlarını arayan Hopkins’in ilk kurbanı olacaktır ve onun sorgulanması sırasında zavallı kadın işbirlikçisi olan otuz-bir kişinin ismini de verecektir. Böylece bir seferinde otuz iki cadıyı tespit ederek yakarak kendi döneminde korkunç bir şöhret edinecektir Hopkins.

Hopkins’in kariyeri mütevazi bir şekilde başlamışsa da şöhreti hızla yayıldı ve tabii ki kibiri de arttı. İlk olarak kendini “Witch-Finder General – Cadı Avcılarının Generali” ilan etti. O dönemde saray tarafından görevlendirilen cadı avcıları gittikleri kasabalarda açlık, fakirlik, hastalık gibi uğursuzluğa sebebiyet verdiği inanılan cadıları tespit etmek, yargılamak(işkence etmek) ve cezalandırmak için para almaktaydılar. Matthew Hopkins yapacağı işler karşısında çok yüksek ücretler istemeye başladı. O zamanlar ortalama günlük çalışma ücreti iki pens iken, Hopkins bir kasabayı cadılardan kurtarmak için 20 sterlin istemekteydi. İşkence yapmak kanunla yasaklandığı ve sıkı şekilde takip edildiğinden Hopkins ve hizmetkarları kurbanı itirafa zorlamak için onun uyumasına engel olur; günlerce uykusuz tutarlardı. böylece güya işkence olmaksızın gayet insani bir biçimde cadıları açığa çıkardıklarına inanırlardı. Ancak kapalı kapılar ardında geçen ve kurbanın bu işlemler sonunda konuşmaya bile mecali kalmadığı bu insanlık dışı uygulamalar sırasında Hopkins aşırılığa kaçtığını da ağzından kaçırmaktaydı.

Cadı Yargılaması

Dıştan bakıldığında oldukça dürüst ve azimli görünen Matthew Hopkins aslıda mahkumiyeti sağlamak için akla gelmedik hilelere başvururdu. İçten pazarlıklı, hırslı ve paragöz bir adamdı. Ustalığını kanıtlamak için türlü hilelere baş vurmakta çekinmezdi. Cadıların yaralarının kanamadığına inanıldığı için Hopkins kurbanının derisine vurduğunda içeriye geçen ve onu yaralamayan bir bıçak yaptırmıştı. Uzmanlık alanlarından biri de yaşlı kadınları sorguya çekmekti. Örneğin Faith Mills yaptığı sorgulamalar sonunda kendisi ve Tom,Robertve John adıyla bilinen üç evcil kuşunun bir inek yaratarak domuz ahırının üzerine düşürdüklerini ve at arabasının bu nedenle kırıldığını ikrar etmiştir. Böylece Faith Mills asılacaktır.

Büyücüyü açığa çıkarmanın bir başka metodu sanığı göle atmaktır.Cadılar vaftiz edilmediklerinden su onları reddedeceği ve batmayacakları inancı hakimdi. Bunun tespiti için iki metod kullanılmaktaydı. Birincisi suçlu bir sandalyeye bağlanır ve oturur pozisyonda suya batırılıdı. Tabi ip yeterince bırakılmadığı için kurban suyun üstünde kalır ve cadılığı kanıtlanmış olurdu.

Cadı Banyosu

Diğer metotta ise kurban elleri ve ayakları birlikte bağlanarak suya atılırdı. Suyun üstünde kalırsa cadı olduğu anlışıldı. Ancak bu metodta pek cadı tespiti yapılamazdı. Çünkü cadılık ile itham edilen genelde suya batar ve yüzme bilse bile boğulur ve böylece masum olduğu açığa çıkardı. Eğer suçlu yüzerse mahkum olur, suya batarsa masum olduğu anlaşılır. İnanılanın aksine kurban boğulmaz, bağlı olduğu ip çekilmek suretiyle suyun dışına çıkarılırdı.

Suya Atılan Cadı

70 yaşındaki eski bölge papazı John Lowe bu uygulamaya tabi tutulmuştur. Üç gün üç gece uykusuzluktan ve ayaklarının altı su toplayana kadar durmaksızın yürütüldükten sonra göle atıldı. Ancak gene Hopksin’in yardımcıları ile birlikte hileleri ile zavallı adam bir türlü suya batmadı ve yüzme bilmesine rağmen bir türlü de yüzemedi. Rahiplerin kendini ziyaret etmesini istemedi ve darağacına giderken kendi cenaze duasını kendi okudu.

Vincent Price Cadı Avcısı Matthew Hopkins Rolünde

Bir süre sonra yaptığı vahşilikler o dönemin Avrupalısı için bile fazlasıyla insafsız olduğu anlaşılmaya başlanacaktır. Bu katliamlar sürerken bazı kasabalar Hopkins’in girişine izin vermemeye başlayacaktır. Onun metodlarına karşı artan bir kızgın kesim ortaya çıkacaktır. Papaz John Gaule 1646 yılında yayınladığı “Select Cases of Conscience Towards Witches and Witchcraft” adlı kitapçığında onun metodlarını açığa vuracaktır. Hatta Cadı-avcısı Generalinin gerçekte bir cadı olduğunu iddia edecektir.

Cadı Avcısı General Matthew Hopkins!!!

Hopkins karşılık olarak “Büyücüleri Keşfetmek” adlı bir kitap yayınladıysa da şöhreti yerle bir olmuştur.

Gittikçe daha az kasaba onun hizmetlerini talep etmeye başlayacaktır. Ölümü tamamiyle sır olacaktır. Onun veremden öldüğü söylenir. Ancak bazılarına göre gittiği bir kasabada büyücülükle suçlanarak halk tarafından linç edilmiştir.

Witchfinder General Vincent Price

Ancak Hopkins herşeye rağmen gerek görünümü ve gerekse yaptıkları ile fantastik ve korku edebiyatında klasik cadı avcısı profilini oluşturcaktır. Filmlerde gördüğümüz sakıllı, sivri uzun şapkalı kara elbiseli ortaçağ soylusu görünümündeki cadı avcılarının hepsi aslında Hopkins’in birer kopyasıdır. 1968 yılında yönetmen Michael Reeves tarafından çekilen ve baş rolünü ünlü korku filmleri artisi olan Vincent Price’ın oynadığı “Witchfinder General- Cadıavcısı General” isimli film tüm sansürlemelere rağmen gösterime girdiği tüm ülkelerde gişe rekorları kıracaktır.

General Cadı Avcısı

Bu yapıt 2005 tarihinde Total Film dergisi tarafından “tüm zamanın en korkunç 15 filminden biri olarak” seçilecektir. Film gösterime girdiği ülkelerde “Yılın En Çok Şiddet içeren Filmi” olarak tanıtılmış ve afişlerinde “Çocuklarınızı evden çıkartmayın, hatta mideniz sağlam değilse sizde onunla kalın” sloganı ile sunulmuştu.

Mary Toft

Tarihe geçen en büyük kandırmacalardan biri Mary Toft isimli kadın tarafından yapılmıştır. Bu kadın şeytanın bile aklına gelmeyecek bir dolandırıcılık girişiminde bulunarak tarihe geçmiştir.

1726 başlarında cerrah John Howard, Godalming’de bulunan Mary Toft’un evine çağırıldı. İnanmayacaksınız ama; burada bir tavşanını doğumunu yaptırdı. Evet Mary Toft tavşan doğurmaktaydı. Yavru tavşan ölüydü. Sonraki bir kaç hafta içinde buna benzer sekiz doğuma daha katıldı. Bunların hepsinde tavşanlar ölü doğdu.

John Howard yakındaki kentlerde bulunan cerrahlara mektuplar yazarak bu garip ve imkansız doğumun araştırılması için kendisine yardım etmelerini istedi. İki seçkin doktor bu talebe karşılık verdi. Biri Kral I. George’nin anatomist hekimi Nathanael St. Andre ve diğeri Londralı kadın doğum uzmanı Sir Richard Manningham idi. Mary Toft, bu doktorlara yakın tarihte bir çocuk düşürdüğünü ve canın devamlı tavşan eti yemek istediğini söyledi. Rüyalarında eteğinden çıkan tavşanlar görmüştü. Bundan sonra tavşan doğurmaya başlayacaktı.

Üç doktorun hazır bulunduğu yeni hamileliklerde toplam onsekiz adet tavşan doğmu daha olacaktır. Bunlardan bazıları tamamıyle biçimsiz tavşan etiydi. Doktorlar hayretler içinde incelemelerini tamamladılar ve fenomenin gerçekliğini açıkladılar. Ölü tavşanlardan birinin akçiğerlerini su dolu bir kaba koydular ve içinden hava kabarcıkları çıktığını gördüler. Bu tavşanların doğumdan önce canlı olduklarını kanıtlamaktaydı. Bu doğumlarda göbek bağı ve plazentanın oluşmadığı dikkatlerini çekecektir.

Bu durum ortada bir sahtekarlık olduğunu gösterdiği halde St. Andre olayın gerçek olduğunu açıkladı ve 1726’da bir kitap yayınladı.

Böylece olay tüm ülkede duyuldu. Bir kaç kişi Mary’nin kocasının aleni olarak karısına tavşan getirdiğini gördüklerini ileri sürdüler. Bunun üzerine doktor Richard Manningham Mary’yi eğer olayın gerçeğini anlatmazsa rahmini kontrol edeceği şeklinde tehdit etti. Böylece Mary Toft aslında tavşanları rahmine kendisinin koyduğunu ve doğum sırasında burada çıkardığını anlattı. Böylece olayın bir düzmece olduğu anlaşıldı. John Howard ve Nathanael St. Andre’nin mesleki kariyerleri yerle bir oldu.

Tavşan Doğuran Kadın