‘UFOlar ve Dünya Dışı Yaşam’ Kategorisi için Arşiv

Bazı internet siteleri ve ufo kitaplarına göre en büyük bilimsel ört-bas Dropa halkının 12.000 yıl önce günümüzde Çin ve Tibet sınırında bulunan Baian Kara Ula Dağlarında yaşamış Dropa ve Ham ırklarının yaşadıklarını anlatan disk kayıtlarıdır. İnanılması imkansız bu olay bilimsel bir gerçek midir? İnsanlardan saklanan bir sır mıdır? Yoksa basit bir aldatmaca mıdır? saklı Site olarak bunu araştırdık…

İNANILMAZ KEŞİF
1938 senesinde Çinli Profesör Chi Phu Tei önderliğinde yürütülen arkeolojik keşif gezisinde Baian Kara-Ula Dağındaki mağaralarda bilinmeyen bir ırka ait mezarlar bulunmuştur.

Oldukça kırılgan olan iskeletlerin kafatasları gelişmiş ve vucutlarına göre hayli büyüktü. Önceleri maymunlara ait olduğu düşünülen bu iskeletlerin mezarlarda gömülü olması ekibe ilginç geldi. Mağara duvarlarında güneş, ay ve yıldızlara ait bir çok çizim keşfedildi.

Arkeologlar tozlu zemine saplı çok sayıda taş diski kazarak açığa çıkardılar. Plakları anımsatan dislerin ortasında bir delik ve merkezden kenarlara giden spiral ince çizgiler vardı. Sanki taş diskler günümüz plaklarını veya CDlerini anımsatıyordu.

İşin en korkunç yanı yapılan tetkiklerde diskleri yaşının 10-12 bin yıl olduğunun anlaşılmasıydı. Bilim dünyasını sarsacak bu disklerden 716 adet bulundu. 2 cm kalınlığında ve ortalama 25 santi çapındaki bu disklerin aslında uzaylı bir ırkın tarihi kayıtları olduğu 20 yıllık bir çalışma sonunda 1962 senesinde Dr. Tsum Um Nui tarafında ortaya çıkaılacaktır. Çözülen yazılarda anlatılanlar o kadar sansasyoneldi ki, Pekin Akademisi sonuçları yayınlamaı reddetti ve hatta bu buluş hiç olmamış gibi sessiz kalmayı tercih etti.
DİSKLERİN İÇERİĞİ:
Bu disklerde ne mi yazıyordu:
Taş diskler uzak bir gezegenden gelerek Dünyada mahsur kalan ve kendilerine Dropa adını verdikleri dünya-dışı bir ırkın vakarüsleriydi. Gemiler Baian Kara-Ula dağlarına düşen Dropalı gezginler mağaralar sığınarak buralarda yaşamlarını sürdürmeye başlamışlardı.

Oldukça uysal ve barışçı olan Dropalar yerli Ham kavimleri tarafında yanlış anlaşılarak düşman kabul edilmiş ve Ham insanları Dropaları avlayıp öldürmeye başlayacaklardır. Zamanla Ham kavmi ile Dropa arasında iletişim kurulacak ve bu anlamsız savaş sona erecektir.

Olay Batı basınında ilk olarak 1968 senesinde Sputnik Dergisine bir makale yazan Rus dil uzmanı Dr. Viatcheslav Zaitsev sayesinde duyulacaktır. Taşları inceleme fırsatı bulan Dr. Zaitsev bunların yüksek konsantrasyonda kobart ve ender bulunan bir kısım metaller içerdiğini anlayacaktır. Osilograf testinde taşların salınım ritmi dünyadaki hiç bir nesneye benzemediği tespit edilecektir.

Ayrıca kemikler üzerinde yapılan tetkiklerde dünyada yaşayan hiç bir ırkla akrabalık bağı kurulamamıştır. Daha sonra Daniken ve Kolosimo gibi Antik astronot Teorisyenlerinin savlarına malzeme olacak olan bu keşif unutulup gidecektir. İnternetin yaygınlaşmasıyla yeniden gündeme gelen keşif hakkında Stupnik Dergisindek makale içeriği sakız gibi tekrarlanıp duracaktır.

Ta ki 1974’te, Avusturyalı mühendis Ernst Wegerer’in Xian’daki Banpo Müzesine bu disklerden ikisini getirdiği açıklanana kadar yeni bir bilgi bulunmayacaktır. Wegerer disklerin 4 adet fotoğrafını çekmiştir.Müze yetkilileri diskleri teşhir etmeyi reddetmiş ve gelen araştırmacılara da kaybolduğunu veya tahrip olduğunu söylemişlerdir.

İçinde çok sayıda Türkçe internet sitelerinin bazı yazılarında söylediği gibi bu “tarihin en büyük ört-bas olayı” mıydı. Yoksa farklı bir şeyler mi vardı?

EFSANE BÖYLE BAŞLADI:
1962 senesinde Alman Das Vegetarische Universum (Vejeteryan Kainat) ismli derginde Çin ve Tibet arasındaki bölgede bulunan uzaylılara ait disklerden bahsetmiştir. Makalenin yazarı Reinhardt Wegemann şunları söylüyordu;

“Tibetle Çin sınırları arasından bulunan Baian Kara Ula Dağlarındaki bölgede çok sayıda mağara vardır. 25 yıl önce burada üzerlerinde garip hiyeroglifler yazılı tabletler bulundu. Binlerce yıl önce sert kayadan tabletler üzerine henüz bilinmeyen bir metodla bu yazılar kazınmıştır”

1964 senesinde aynı içerkli yazı bu kez Alman UFO dergisi UFO-Nachrichten’de yayınlanacaktır.Böylece Dropa efsanesi Batı basında meşhur olacaktır. Almanca makale bu kez Rus Dergisi Neman’da yayınlacak ve efsanenin anavatanı 1968’de öğrenecektir! Böylece aynı içerikli yazı sadce ırkın adı Dzopa,Dhzopa, Dzohpa, Dhropa, Dropa şeklinde değiştirilerek yayınlanmaya ve başkaca ülkelerin medyasında da duyulmaya başlanacaktır.

YALANCILAR KADAR ŞÜPHECİLER, İNANANLAR KADAR ARAŞTIRANLAR DA VAR:
Bu haberle ilgili ilk şüpheler 1973 senesinde meşhur “Flying Saucer Review” dergisi direktörü Gordon Creighton tarafından sorgulanmaya başlanacaktır. G. Creighton yaptığı araştırmada 1938 senesinde, öncesinde ve sonrasında Baian Kara Ula Dağlarında keşif yapıldığına dair hiç bir kayıt bulamayacaktır.Ayrıca Prof. Chi Pu Tei isminda hiç bir Çinli profesör olmadığını açığa çıkaracaktır.Tsum Um Nui veya onun raporuna ulaşmaya çalışacaksa da başarılı olamayacaktır.
1979 senesinde Sungod in Exile isimli kitabında David Agamon tarafında yazılan keşfe ilişkin yazı ve resimlerin de birer aldatmaca olduğu Fortean Times isimli meşhur İngiliz dergisi tarafında ortaya çıkarılacaktır.

SAKLISİTE’NİN YORUMU:

Kısacası Dropa Efsanesi tamamen hayal-ürünüdür. Yukarıda anlatılan olayıların olduğuna dair kaynağı belli olmayan bir kaç asparagas dergi makalesi ve ne olduğu belli olmayan bir kaç disk resmi dışında hiç bir ciddi ve bilimsel kayıt bulunmamaktadır. Olayıda bahsi geçen isimlerde sahıslar bulunmamakta, ortada da maddi hiç bir delil bulunmadığı gibi inandırıcılıkta uzak bir şehir efsanesi dışında tek sayfa yazı da yoktur. Olayı açığa çıkaran iki profesör düşünün ki, tek bir bilimsel çalışmada adı geçmeden bu ünvanı kazanmış olsunlar ve hiç bir üniversitede çalışmıyor olsunlar…

Öyküde mantık hataları da çoktur. Örneğin;

Uzay gemisi ile dağa düşen uzaylılar neden koca koca taşları oysunlar. Böylesi ileri bir teknoloji sahibi ırk niye daha kolay bir yol seçmemiştir?

Kendilerine düşman bir dünyaya neden kayıt bıraksınlar?

Bir çok eski medeniyetin yazısı çözülemezken bu yazı nasıl okunabilmiştir. Eski yazıların çözümünde Rosetta Taşı denilen bir metod kullanılır. Bu metodta okunamayan yazı okunabilen yazılarla karşılaştırılır. Uzaylı dilini içeren bu yazılar hangi okunabilmiş dünya-dışı yazılarla karşılaştırılmlştır?

Diskler, kemikler nerededir? Saklandıkları kabul edilse de mağaralar hala yerinde duruyor. Niçin gidilip yeri bulgular aranmamıştır.

Taşlar ortada yokken Rus Dr. Zaitsev nasıl tetkik yapabilmiştir?

Niçin kaynaklarda 23 cmlik Kaşar Peyniri Tekeri çapında olduğu yazılan diskler resimlerde Değirmen Tekeri iriliğindedirler?

İnternette dolaşan Dropalılara ait fotografı 12.000 yıl önce hangi medya fotografçısı çekmişti (Bu doğru ise taşlarda daha önemli bir ört-bas var demektir)

En iyisi Dropaları Gar-dropa kaldırmak ve gerçek bir öykü gibi ballandıra ballandıra anlatmaktan vazgeçmek.

KAYNAK   ; Saklı Site (Kaynak Göstermeden Alıntı Yapmayın. Kaynak göstermeniz halinde çalmamış olacaksınız. Basit bir şekilde siteyi kaynak olarak yazmak “Hırsız” olmaktan iyidir)

Haritacılık ve keşifler tarihinde meşhur bir çok harita vardır. Piri Reis haritası gibi. Bunlardan bir de bizim ilgimizi çekti. 16ncı yüzyılda yaşamış olan İsveçli Din Alimi ve kaşif Olaus Magnus tarafıdan derlenen Carta Marina da bunlardan bir başkasındır. Ve bir çok gizemi barındırır.

Carta Marina yani “Deniz Haritası” isimli harita Batı’da çok bilinen ilginç bir çalışmadır. 16ncı yüzyılda Olaus Magnus (1490-1557) tarafından hazırlanan harita Kuzey Memleketleri hakkında oldukca detaylı bilgiler vermektedir. Harita deniz canavarları ile dekore edilmiştir. Bu canavarların göründüğü yerler haritada tek tek işaretlenerek haritayı kullanacak denizcilere dikkat etmeleri gereken kritik bölgeler hatırlatılmıştır.(Bu yazıyı https://saklisite.wordpress.com dan çaldım)


Kriptozoologlar arasında iyi bilinen haritada örneğin aşağıdaki gibi girdaplar gösterilmiş;

Aysberglerin bulunduğu alanlar hatırlatılmıştır.(Bu yazıyı https://saklisite.wordpress.com dan çaldım)

Pekiyi tehlike (A) olarak gösterilen bu çizimde ne gösterilmekteydi?

Denizciler için ölümcül olduğu belirtilen bu nasıl bir deniz yaratığıydı.

Kaldı ki, bu çizimdeki nesne bir canavardan çok bir gemiye benzemekteydi. Ancak çağındaki hiç bir tasvirde olmayan unsurlar taşıdığı hemen dikkat çekmektedir. Bu bir denizaltı mıdır? Bir korsan gemisi midir? Veya o dönemlerde denizciler tarafındak sıklıkla görülen bir UFO veya daha doğru tabiri ile bir USO (Unidentified Swimming Object-Tanımlanamayan Yüzen Araç) mudur?

(Bu yazıyı https://saklisite.wordpress.com dan çaldım)

(Bu yazı Saklı Site tarafında hazırlanmış olup Alıntı veya Tercüme değildir. Kaynak göstermeden Kullanılmaması Rica ve İhtar Olunur)

Tarih kitaplarının unutulmuş sayfalarında bazen öylesi inanaılmaz olaylar anlatılır ki, tarihçiler bile bunları hayal ürünü kabul ederek göz ardı ederler. Ancak çok ciddi tarihi kayıtlarda anlatılan bu olaylar ya gerçek tarihsel gözlemlerse! Bilinmeyen dünyanın kapılar bazen gerçek Dünya’ya açılmışsa ve böylesi bir durumla karşılaşan tarihi kaydeden kimse ne yapacaktır? 1608 tarihli ve Anonim olan ‘Cenova Günlükleri’ adlı eser böyle bir karşılaşmadan bahseder. Hem de yedi sayfa ayrıntılı olarak olayı anlatır.

“Discours des terribles et espouvantables signes apparus sur la mer de Gennes” isimli Cenova tarihi ile ilgili bir kaynak kitapta unutulmuş bir 3ncü dereceden yakın temas olayından bahsetmektedir.

Kitapda 1608 yılı Ağustos ayında, Marsilya’dan Cenova’ya kadar bir çok kimsenin bir uçan daire filosu gördüğü anlatılmaktadır. Nis kenti üzerinde yüksek hızla seyreden üç adet ışıklı araç kent halkı tarafında heyecanla izlenmiştir. Uçan makineler bir kalenin önünde durmuş, daha sonra deniz seviyesine kadar inmişlerdir. Makinelerin altındaki sular kaynamaya ve kırmızı-pembe renkte buharla çıkarmaya başlamıştır.

Olayı gören çok sayıda tanık, makinelerden birinin içinde geniş kafalı, parlak gözleri olan, üzeri gümüş pullarla kaplı kırmızı elbiseler giyen iki insan benzeri yaratık olduğunu söylemişlerdir. Gene tanık anlatımlarına göre Bu yaratıklar uçan makineye tüplerle bağlıydılar ve bu garip olay uzun süre ile gözlemlenmişti. (Bu yazı saklisite.wordpress.com adresinden çalıntıdır)

Bu olay görenleri öylesine ürkütmüştü ki, kalede bulunan askerler uçan gemileri uzaklaştırmak için yaklaşık 100 el top attıkları halde gemilere hiç bir zarar verememişlerdi.

Meşhur Fransız ufolog ve bilim adamı Jacques Vallee‘nin ‘Wonders In The Sky: Unexplained Aerial Objects From Antiquity To Modern Times – Gökyüzü Harikaları: Antik Zamandan Günümüze Açıklanamayan Göksel Cisimler‘ adlı eserde de olaya biraz farklı değinilmiş, aynı kaynak gösterilerek iki insan şeklinin tıpkı bir uçan yılan gibi deniz üzerinde dolaştığı yazılmaktadır. Figürlerin sadece deniz üzerinde çıkardıkları dalgaları görülmüştür. Bu yaratıklar öylesi korkunç çığlıklar atmışlardır ki, bir kaç tanık korkudan bayılmiştır. Yaklaşık iki hafta sonra aynı olay tekrarlanmıştır.  (Bu yazı saklisite.wordpress.com adresinden çalıntıdır)

Kitapta anlatılan olay, muhtemelen Başka Dünya’dan Gelenlerle yapılan tarihteki ilk çatışma olarak kabul edilebilir.  (Bu yazı saklisite.wordpress.com adresinden çalıntıdır)

KAYNAK : SaklıSite

1974 senesinde Romanya’nın Aiud ismli kasabasının 2 km. doğusunda bulunan metal cisim bilim adamlarını şaşırtıyor.

‘Aiud Kaması’ olarak adlandırılan bu metal parça yerin 35 metre altında mamut kemiklerinin bulunduğu bir tabakada ele geçirildiği iddia edilmektedir. Mamutların 33 milyon yıl önce yeryüzünde görülmaya başlandığı ve 11 bin yıl önce
ortadan nesillerini tükenmiş olması bu cismi olağandışı yapmaktadır. Cluj-Napoca Arkeoloji Enstitüsü tarafından
incelenen metalin 12 ayrı elementten oluştuğu ve üzerinin okside olmuş alüminyumla kaplı olduğu rapor edildi.

Alüminyumun üretimi 1808 yıllarına kadar mümkün olmamıştır.Alüminyumun üretemi için ancak yüksek fırınlarde elde edilebilecek ısılar gerekmekte ve laboratuvar ortamında bir takım kimyasal işlemler uygulanmaktadır(saklısite).

Mamut kemikleri ile beraber aynı katmanda bulunan bu kama en az 11 bin yaşında olmalıdır. Araştırmayı yapan bilim adamları cismin bir çekiç başını anımsattığına vurgu yapmaktalar. Bazıları ise bunu bir iniş takımının ayaklarına benzetmekteler. İkinci görüşü savunanlar metalin eski devirleri ziyaret eden bir uzay gemisinden veya zaman makinesinden düştüğü konusunda nerede ise hem fikirler.(saklısite).

 

SAKLI SİTE olarak cismin bir kama, çekiç başına benzese de öyle olamadığına inanmaktayız. Bu parça bir uzay gemisi veya yolcu taşıyan aracın iniş takım ayağı da olamayacak kadar zayıf metallerden yapılmıştır. Ancak dikkatlice resme bakılırsa bunu bir çekiç başı değil tank paleti gibi bir dişli sisteminin bir dişi olduğu anlaşılmaktadır. Eğer buluş gerçekse (-ki sergilenmiyor olması akla iki şeyi getirmektedir; bunlardan biri haberi asparagas olması, diğeri ise cismin klasik tarihleme kalıplarına uymayan milyonlarca cisimden bir olmasıdır) bizim Mars aracı Spirit’in bir benzeri on binlerce yıl önce dünyada geziniyor demektir(saklısite).

 

 

Hile mi Gerçek mi? Bu konu tartışılıyor. NBC 33 kanalında ilk kez yayını yapılan yaratık şu aralar gündemde

Louisiana Eyaletinde yayın yapan NBC 33 kanalı Morgan şehri yakınlarındaki Berwick bölgesinde bir geyi avcısının ‘yaratığa benzer bir canlının’ fotografını çektiğini haber konusu yaptı. İsmi açıklanmayan avcı yaratığın aniden zıplayarak önüne çıktığını ve bu sırada yere düşen kameranın kırıldığını ancak makinenin içindeki SIM karttan görüntüyü alabildiğini açıkladı. Kanal görüntülerin düzmece olmadığını belirtti.

 

 

Görüntüleri inceleyen bazı kimseler basit photoshop hilesi olduğunu iddia ettiler. Bazıları görüntünün 2005 yapımı ‘The Cave’ veya ‘The Descent’ isimli filmlerden kopyalandığını savudular.

Aşağında kanalın haber görüntüsünü seyredebilirsiniz.

]

Rajasthan Times isimli mahalli gazeteye göre Hindistan’ın gözden uzak ormanlık alan olan Madhya Pradesh eyaletinin Hoshangabad bölgesinde şaşırtıcı bir mağara resmi keşfedildi.

Bir grup antropolojist bölgede yaptıkları araştırmalar sırasında tarihöncesine ait mağara resimleri keşfettiler. İçlerinden bir hemen diğerlerinden ayrılmaktaydı. Aşağıdaki mağara resminde tek parça tulum giyen bir varlık ve hemen yanında bir UFO görülmektedir. Üstte bulunan garip cismin ise içinde uçan daireleri çıktığı Ana Gemi olduğu tahmin edilmektedir.

Resmi bizzat gidip yerinde inceleyen mahalli Arkeolog Vesim Han cisimleri ve yaratığın doğal görünümde olmadığını, diğer çizimlerle karşılaştırıldığında farklılık gösterdiğini belirtmiştir. Türkiye’de Dankencilik olarak bilinen ‘Antik Astronotlar Teorisi’ni çağrıştıran ve 2010 şubat ayında keşfedilen mağara resmi daha uzunca bir süre gündemde kalacak gibi.

Buna benzer başlaca bir mağara çizimi Avustralya Kıtasında Kimberleys yakınlarında Regent Nehri vadisinde bulunmuştu. Aslında oldukça sansasyonel olan bu resim bir o kadar da az tanınmaktadır.

Sanatçı kaskının üstünde anteni olan uzaylı astronot, ardında bir UFO çizmekle kalmamış aynı zamanda karşısında hiçte  Avustralyalı olmayan Babilli görünümlü sakallı bir adam ve iki Avrupalı kadında eklemiştir. Resim sanki antik zamanda gerçekleşen bir ‘Kaçırılma Olayını’  anlatmaktadır. Bazı araştırmacılara göre resimdeki yazılar Proto-Türkçedir. Yani nereden baksanız bakın muamma yüklüdür.

TV kanalı yayının canlı olması sebebiyle kesinlikle bir hile olmadığını açıkladı.

Ağustos 2010 tarihinde Canlı yayında arka planda aniden ortaya çıkan garip yaratığa dair aşağıdaki videoyu izleyin.

Yorum yazmayı unutmayın.

 

İspanya’nın CIA si olan (CNI) Ulusal İstihbarat Teşkilatına göre Uzayda Türkçe’ye benzer bir dil konuşuluyor.

İspanyol Ulusal İstihbarat Merkezi’nin (CNI) 2003’te hazırladığı gizli rapora göre, Güneş sistemine en yakın yıldız sistemi Alpha Centauri’den akıllı varlıklar bulunmakta ve arasıra dünyaya ziyarete gelmekteymişler.

Bizimkine benzer bir Güneşleri olan bu uzaylıların bir de 11.5 ışık yılı uzağımızda Tau Ceti yıldız sisteminde kolonileri varmış. İnsana benzer kadın ve erkek iki cinsten oluşan bu toplum antimadde bombalarına sahipmiş.

Rapordaki diğer şok edici bilgi ise Dünya’ya 4.3 ışık yılı uzaklıkta bulunan sistemde yaşadığı ve insana benzediği öne sürülen uzaylıların konuştuğu dilin Türkçe’ye çok benziyor olmasıymış.

Rapora İspanyolca olarak şu adresten bakılabilir.

Çekilen görüntüler tanımlanamayan uçan nesnelerin varlığına dair uzun zamandan beri beklenen kanıtı sağlayabilir.

Çinli bilim adamlarının, bu yazki güneş tutulması sırasında 40 dakika boyunca bir UFO’nun görüntüsünü çektiği bildirildi.

Nanjing’deki gözlemevinde çalışan bilim adamları, bu kadar uzun süreli bir UFO görüntüsünün, tanımlanamayan uçan nesnelerin varlığına dair uzun zamandan beri beklenen kanıt olması ihtimali üzerinde duruyor.

Güneş tutulması sırasında görüntüleri çeken bilim adamları, görüntülerdeki nesnenin mahiyetiyle ilgili bir yıl sürecek bir araştırma başlattıklarını söyledi.

Daily Mail’deki habere göre, uçan nesneyi gören ve görüntüleyen sadece bilim adamları değildi. 22 Temmuzda Guandong iline bağlı Deqing’de çatıdan güneş tutulmasını izleyen onlarca öğrenci de aynı şeye şahit oldu.

Öğrenciler, UFO’nun renk değiştirdiğini, başlangıçta canlı mavi renkte olduğu halde daha sonra karardığını söyledi.

Yine Meksika’dan başka bir yaratık haberi daha. Ama bu kez olay 2005 yılında gerçekleşmiş ve yakın tarihte internette görünmeye başlanmış bir yakın temas. Hem de kamera kaydına alınmış bir karşılaşma...

Espada Başka Boyutla Yakın temas Anı

20 Mart 2005 tarihinde saat 2:00 sularında Meksika’nın Yukatan şehrinde Merida isimli bölgede üç genç top oynamaktadır.

Gençlerden José Alonso Herrera oyunu bırakarak elinde bulunan Sony K500i model cep telefonu ile diğer iki arkadaşını kameraya almaya başlar. Başlarında herşey gayet normaldir. Kamera görüntüsünde iki genç evlerinin önündeki sokak arasında sokak lambaları altında karşılıklı top oynamaktadır.

Sonra David Espada topu kaçırır ve almak için sokak lambanın yanına gider. Alonso 2x zum yaparak David’i çekmeye devam eder. Tam topu alacağı sırada lamba direğinin arkasından bir yaratık belirir ve kolunu uzatarak David’i tutmaya çalışır.

Aniden açık sarı renkteki garip varlığı fark eden David sıçrayarak kaçmaya başlar ve İspanyolca “Orada! Bakın Bana dokundu! Bana dokundu!” diye bağırmaya başlar.

Alonso bu kez 4x zum yaparak çekime devam eder ve direğin arkasında kafasını uzatan garip yaratığı çekmeye başlar. Bir kaç saniye görünen varlık anlaşılamayacak biçimde ortadan kaybolur. David Espada olaydan sonra şok geçirir, geceleri uyumakta zorlanır. Cep telefonu kaydını seyretmek bile istemez. Olanları unutmak taraftarıdır.

Kamera görüntüsünün tamamı aşağıdadır:

Görüntüde çevredeki nesneler oranlanan yaratığın kolunun yaklaşık 1,5 mt. olduğu anlaşılmaktadır. Yaratık sokak lambası direğinin arkasına saklanacak kadar zayıftır.

Ancak olay, UFOları ve uzaylı ziyaretleri ile ünlü Meksika basınında yer alır. Ufo heveslileri ve hayalet avcıları bölgeye gelip inceleme ve gençlerle görüşmeye yapmaya çalışırlar.

Aşağıdaki fotoğraf günübirlik kuzey Wales’deki Rhyl Plajına giden bir ailenin reisi tarafından çekilerek ünlü ufolog Peter Hough’a verilmiştir.

 

Plajdaki Garip Yabancı

Ağustos ayında plajda çekim yapan kimliği saklı bir tanık kamerada bir sopanın yanında dikilen garip parlak bir yabancıyı fark etmiş ve onu çekmeye başlamıştır. Ancak kafasını kameradan kaldırdığında gümüşümsü görünümlü bu yabancıyı çıplak gözle göremediğini fark etmiştir. Önceleri bu silueti bir haylet zannetmiştir. daha sonra bunun üzerinde metalimsi giyisi olan bir yabancı olabileceği fikrine kapılmıştır.

Rhyl kumsalındaki Garip Adam

Görüntünün orjinal olduğunu tespit eden bir kısım uzmanlar bunun kumsaldaki metal bir cismin yansıması veya mercekteki bir yanılsama olduğunu düşünmektedirler.

İspanyol Salamanca Piskoposu tarafından 1102 senesinde yaptırılan Ieronimus Katedralinin dış duvarları mitolojik hayvan ve azizlerin tasvirleri ile süslüdür.

Ancak bu tasvirler içinde en ilgin olanı bir NASA astronotuna aittir. Bu figurün 1992 senesinde yapılan restorasyon çalışmaları sırasında eklendiği sanılmaktadır. Ya öyle değilse…

Ieronimus Katedrali

Katedralin Ön Duvarı

Duvar Süslemeleri

Astronot Kabartması

Astronot kabartması Yakınçekim

Gün geçmiyor ki, internette tartışmaya açık yeni bir resim yayınlanmasın. İşte şimdi de İspanya’dan bir fotoğraf.

Fotoğraftaki Yabancı

Enrique Sepulveda isimli profesyonel fotografçı, fotoğraf çalışmalarını bilgisayara aktarırken garip bir şey dikkatini çekti. Sokakta rastgele çektiği bir fotoda atlı polisin arkasında bir varlık görünmekteydi.

Yakın Plan Uzaylı Resmi

Bu varlık 60 cm boyunda görünmekteydi. Bir insan olamayacak kadar zayıf ve küçüktü. Yürüyerek sokağı geçiyordu. Ancak filmi çektiğinde böyle bir varlık dikkatini çekmemişti.

Bu esrarengiz olay 60’lı yıllarda açığa çıkarılmasına rağmen henüz aydınlatılamamıştır. 23 Mayıs 1964 günü eski bir itfaiyeci olan Jim Templeton tüm dünyayı şaşırtan bir fotoğraf çekti. Aradan “kırk beş yıl” geçmesine rağmen fotoğrafa akılcı bir açıklama getirilememiştir.

Fotoğraf meraklısı olan Jim, beş yaşındaki kızı Elizabeth’i yanına alarak Carlisle’nin sekiz mil batısında bulunan Burgh Bataklığına gittiler. Sıcak ve güneşli bir gündü. Jim yanına kamerasını almış ve yürürken bir çok resim çekmişti. Bu sırada hiçbir gariplikle karşılaşmamasına karşın eve dönüp resimleri tab ettiğinde şaşkınlıktan dona kaldı. Resimlerden birinde bir çeşit uzay elbisesi giymiş bir adamının yarı transparan görüntüsü vardı. Bir figür kızının kafasının sağında ve garip bir açı ile durmaktaydı.

Uzaylı Fotoğrafı mı Yoksa Yanılsama mı?

Jim’e karısı ve kızı Elizabeth’e göre o gün bataklıkta kendilerinden başka kimse bulunmamaktaydı. Resmi kontrol ettiklerinde bu adam ya çok uzun boylu biri olmalıydı veya havada asılı durmakta olduğu sonucuna vardılar. Kodak firması resmi incelemesine rağmen hiçbir açıklamada bulunamadılar ve gizemi çözecek olan kimseye bütün ömrü boyunca bedava film verme ödülü koydular. Henüz bu ödüle bir aday çıkmamıştır.

Jim, bu ilginç olay karşısında yapmış olduğu açıklamada fotoğrafı çektiği sırada hiç Ufo görmediğini ve bu konularla da ilgilenmediğini söylemiştir. Ancak sonraki yıllarda Burgh Bataklığında Ufo görme olayları gittikçe artacaktır.

“Bataklık kıyısındaki bazı balıkçılar Ufolar gördüklerini söylemekte ve bazı garip olayların gerçekleştiğinden bahsetmektedirler. Bazı bilim adamları onların Chapel Cross Atom Enerjisi İstasyonu ile ilgilendiklerini açıklamışlardı. İstasyon benim resmimin sağında görülmektedir” diye açıklamalarına eklemiştir. İstasyon Carlisle’nin 15 mil kuzeybatısında İskoçya sınırı yakınlarındadır.

Bu hikayede ayrıca üç önemli husus daha vardır: Birincisi, Jim’in resmi çektiğini söylediği günden bir gün sonra Blue Steak uzay roketi Avustralya’nın Woomera kentinde uzaya fırlatılmak üzere hazırlamış ancak teknisyenler fırlatma alanında iki büyük maket bulunması sebebiyle geri sayım işlemlerini etelemişlerdi. Bu maketler Jim’in esrarengiz ziyaretçisine benzemekteydi.

O aynı zamanda Blue Steak roketinin İngiltere’nin Space Adam kentinde yapıldığını öğrendi ki, burası resmin çekildiği Bataklığa çok uzak bir mesafede değildi.

Resmin tab edilmesinden hemen sonra iki adam Jim’e bir ziyarette bulundular ve onu “siyah Jaguar marka arabaları” ile bataklığa götürüler. İki adam ona kimlik kartlarını göstererek hükümette görevli araştırmacılar olduklarını söylediler. Bölgede bulunan hayvanlarla ilgili anlamsız sorular sordular. Hava koşulları hakkında bilgi istediler. Jim’in çektiği resimdeki şeklin orada bulunan bir adama ait olduğunu teklif etmelerine direnmesi üzerine açıkça sinirlendiler. Jim’i arazide bırakarak araçları ile uzaklaştılar ve Jim evine kadar beş millik mesafeyi yürümek zorunda kaldı.

Jim’in Kodak firmasına gönderdiği ikinci filimler birkaç hafta sonra bazı negatifleri kaybolmuş olarak geriye gönderildi. Jim resimlerde bulunan bir sır sebebiyle bunların hükümet ajanları tarafından el konulduğuna inanmaktadır.

(‘Encounter’ dergisinin Haziran 1996 sayısından tercüme edilmiştir.)

30 Haziran 1908 günü muazzam büyüklükteki bir ateş topu Sibirya semalarında belirerek yere çarptı ve bin Hiroşima Atom Bombasına eşdeğer bir patlama gerçekleşti. Patlama neticesinde meydana gelen ısı binlerce geyiği öldürdü ve yüzlerce kilometrelik bir alan orman yangınları ile kavruldu. İngiliz gazetelerine göre patlamadan sonraki birkaç gün içinde Batı Avrupa’da bulunan insanlar bile gökyüzü kaplayan turuncu parıltı ile hiç ışık yakmadan geceleyin gazetelerini okuyabilmekteydiler.

Tunguska'daki Patlama

Patlama büyük bir yanardağ infilakını hatırlattıysa da ortada böyle bir yanardağı yoktu. Batının elinde olan tek şey Tunguska yöresinde orta şiddette bir depremin gerçekleşmiş olduğuna dair sismograf kayıtlarıydı. Bilim adamları olayı merak ediyor ancak hiç biri dünyanın öte ucunda bulunan ve henüz ayak basılmamış bataklık bölgeye gitmeye cesaret edemiyorlardı. Patlamadan ancak 19 yıl sora bölgeye gidilebildi ve dizi dizi yere yatmış ağaçlarını gördüklerinde patlamanın şiddeti karşısında dehşete kapıldılar. Önce bunun bir meteor taşı olduğunu düşünerek göktaşı parçaları aramaya koyuldular. Ancak sonuç umutsuzdu.

Çevre köylülerle konuştuklarında köylüler onlara akan bir yıldızdan bahsedeceklerdi. Yıldız kaymasının ardından büyük patlama gerçekleşmiş ve gürültü etkisiyle bir çoğu sağa sola savrulmuşlardı. Bilim adamları yanmış ve yatmış on binlerce ağaçtan başka bir görüntü elde edemediler.

Esrarengiz Fenomen

Tunguska bölgesine yapılan araştırma gezilerinde buradaki ağaçlar arasında dünya-dışı özellikler taşıyan bazı partiküllerin yuvalandığını gördüler. Bilgisayar aracılığıyla yapılan tahlillerde bu parçacıkların asteroit orijinli meteorlara ait olduğu anlaşıldı. Ancak onları ilgilendiren olaya bir meteorun sebep olmasından çok böylesi bir zarara sebebiyet veren meteorun yapısıydı.

Tunguska bilim adamlarının sadece şahsi zevklerini tatmin etmek ve meraklarını gidermek için ceplerinden para harcayarak araştırdıkları bin yılın en esrarengiz olaylarından biri ve belki de en önemlisi! Bu bilinmeyen açığa kavuşturulduğunda belki de uzayla ilgili tüm bildiklerimiz değişecek ve uzaya açılacak olan insanı bekleyen bir tehlikenin valığını fark edeceğiz.

Tunguska ’ya ilk olarak 1927 senesinde yıllarca Rusya’nın bir çok bölgesinde meteor toplamış amatör bir bilim adamı olan Leonid Kulik gitmiştir. Onun bu yolculuğu sadece bölgenin zorlukları düşünülürse bile başlı başına bir macera ve cesaret gösterisidir. İlk olarak devrilmiş ağaç yığınlarını gören Kulik ortada büyük bir orman yangınının varlığını düşünmüştür. 14 yıl içinde dört sefer yapan Kulik buranın resimlerini çekti, araziyi tarayarak meteordan parçalar bulmaya çalıştı ancak hiçbir sonuç elde edemedi. Tanıklarla konuştu, hiç kimsenin anlattığı diğerine benzemiyordu. Ancak o bu patlamaya bir meteorun sebep olduğu konusunda sabit fikre sahipti.
Leonid Kulik ve araştırma ekibi

Patlayan Uzay Gemisi

Kulik’ten başka 10 yıl boyunca bölgeye gidilmedi. Ta ki ünlü Rus bilim kurgu yazarı Alexander Kazantsev tarafından buranın garip görünümüne ancak bir nükleer patlamanın sebebiyet vereceği ve tanıkların anlattıklarına göre gök yüzündeki silindir biçimli bir cismin manevralar yaparak düştüğüne göre bunun nükleer yakıtla çalışan bir uzay gemisinin düşmesi neticesinde gerçeklemiş olabileceği üzerine yazılan bilim kurgu öyküsü yayınlanana kadar. Peşinden Hiroşima ve Nagazaki ‘ye atılan bombaların benzer etkiler yaratması tüm bilim çevrelerinin buraya ilgi duymasına neden oldu.

Herkes Kazantsev’in öyküsünün gerçek olma ihtimali üzerinde durmaya başladı. Artan ilgi ve yeni bilim seferleri ile Tunguska’nın sırrının birkaç sene içinde çözülebileceği sanıldıysa da tüm bunlara rağmen olay hala sır olarak kalmaktadır.

Tunguska Ağaçları Tomsk Biyoloji ve biyofizik Araştırma Enstitüsü başkanı Gennardy Plekhanov 1961 yılında hazırladığı raporla durumun sanılandan çok daha karışık ve içinden çıkılmaz olduğunu anlattı. Böylece her sene Tunguska’ya bir bilim heyeti gelerek incelemeler yapmaya başladı. Öncelikle bölgede yatık yığınlar halinde duran ve patlamadan etkilenen ağaçların bir haıtası çıkarıldı (Yandaki harita). Tomsk Devlet Üniversitesi matematikçilerinden Wilhelm Fast tarafından hazırlanan bu harita sayesinde ağaçların yerden yaklaşık 6 km. yukarıda meydana gelen, 10 ile 20 megatonluk TNT güçünde, doğudan batıya doğru ilelemte olan bir patlama neticesinde ancak bu görünümü alabilecekleri ortaya çıktı.

Tunguska'daki patlamanın etkilerini gösteren harita Batılı Araştırmacılar Olay Yerinde

Tunguskaya yakın Tomsk ve Krasnoyarsk bölgelerinin askeri teknoloji alanında araştırma bölgeleri olması sebebiyle 30 yıl boyunca sadece Rus araştırmacılara açık olan bölge soğuk savaşın sona ermesi ile artık batılı meslektaşlarına da serbest olacaktır. Bunlar içinde İtalyan fizikçi Menotti Galli, ağaçlardan ve özellikle de onların yıllık gelişmelerini gösteren halkalarından Tunguska’nın sırrının çözüleceğine inanmaktaydı.

1990 yılında gerçekleştirilen keşif gezisinde Galli, patlama sırasında kurumuş ağaç dallarının yaş ağaç gövdelerine saplanarak halkaların düzenli gelişimlerini bozduğunu; ağaçın yaşamını sürdürebilmek için dalın etrafını reçine ile kapadığını fark etti. Öylesi ile patlama sırasında ormana saçılan patlamaya sebebiyet veren her ne ise onun parçalarının bir kısmı reçinelerin içine de girmiş olmalıydı. Ele geçirilen reçineler laboratuarlarda incelendiyse de bir sonuca varılamadı. Bir yıl sonra daha çok reçine temini için yeniden bölgeye gidildi.

Yoğun çalışmalar neticesinde Galli ve İtalyan Giuseppe Longo merkezde ve patlamadan kurtulabilen 6 adet ladin bulabildiler. Gövdelerinden yeterince numune kesilerek alındı. Karşılaştırma yapabilmek için devrilmiş bir kara çamın kökünden de örnekler çıkarıldı.

Reçineler içinden çıkarılan parçacıklar incelendi. Anca sadece aynı döneme ait oldukları dışında bir veri elde edilemedi. Reçineler içindeki 1902-1914 dönemine ait tabaka içinde olağanüstü düzeyde bakır, altın ve nikel parçacıkları bulundu. Bu parçacıkların oranı patlama zamanında normalin on katına çıkmıştı. Bu da patlamanın dünya-dışı kökenli olduğunun kanıtıydı.

Bu parçacıklar patlama sırasında mı oluşmuşlardı? Bunu anlamanın en iyi yolu kara çam ağacının köklerinin incelenmesiydi. Çünkü patlama sırasında devrilen çam ağacının kökleri havadaki partikülleri tutmuş olmalıydı. Gerçekten de öyleydi.

Bir başka kanıt da reçineler ve köklerdeki parçacıkların küre biçiminde olmasıydı ki, bu ancak yüksek ısı ile mümkündü. Patlamanın yaydığı ısı havadaki parçacıkları eriterek küreleştirmişti. Öyleyse bu patlamaya ancak bir uzay cismi neden olabilirdi.

Yeni Teoriler

Bu gün büyük bir kısım bilim adamı patlamaya bir kuyruklu yıldızın sebebiyet verdiğine inanmaktadılar. Ancak öyle olsaydı bu patlamalarının devamı gelmeliydi. Parçacıklar değişik cins meteorlardan birinden gelmiş olabilirler.

Son olarak Moskova Radyo Araç Enstitüsü radyoloji uzmanlarından Andrei Olkhovatov tarafından ortaya atılan bir teoriye göre felaket gökten değil yerden gelmiştir. Tunguska’da bir deprem gerçekleşmiş ve tüm bu olaylar bu depremin devamı olarak meydana gelmişti. Olkhovatov’a göre deprem sadece yeri sarsmakla kalmaz, kimi zaman şimşeği anımsatan ışıklar çaktırarak büyük gürültüler çıkarabilir. Depremden kaynaklan sismik enerji elektrik dalgaları şeklinde yayılarak ağaçları yakmış ve orman yangınları başlamış olmalıdır. Tanıkların anlattıkları bilim adamın görüşünü desteklemektedir.

Tunguska’da Ne oldu?

Tunguska’da ne olduğu hala bir sırdır. Bilimin gelişmesiyle her geçen gün yeni bir teori ortaya atılmakta, eskisi eleştirilmektedir. Ancak bilinen tek şey her ne olduysa bu kendine özgü bir şeydi ve benzerleri gerçekleşmediği süre de Tunguska’daki deliller yavaş yavaş ortadan kalmak; yeni delil elde etme olasılığı azalmaktadır.

Resimdeki yaratık gerçekten bir uzaylı bebeği mi yoksa karışık bir aldamacanın bir parçası mı? Gerçekten bir uzaylı ise ailesi onu öldüren çiftçiden intikam mı aldı? Tüm bu sorular UFO literatüründe tartışılmaya devam etmekte ve belki de internetin en hareketli tartışmaları bu olay üzerine yapılmaktadır.

Bir Meksika TV kanalı 2007 yılı içerisinde Meksiko’da bir çiftçinin bebek ‘uzaylı’ ele geçirdiği şeklindeki inanılması güç bir haberi tüm dünyaya duyurmuştu.

Çiftçi, yaratık yavrusunu su dolu bir hendeğin içinde boğmuş ve aradan iki yıl gibi bir zaman geçtikten sonra bilim adamları bu uğursuz görünümlü ceset üzerinde elde ettikleri sonuçları kamuoyuna açıklamaktaydılar.

Geçen senenin sonunda Marao Lopez yakalamış olduğu artık kuruyarak mumyalaşmış haldeki yaratık cesedini araştırmaları ve DNA incelemesi için üniversiteli bilim adamları götürmüştü.

Çiftçi yaratığı yakaladıktan sonra boğmuk için üç kere suya soktuğunu ve saatlerce suda tuttuğunu anlatmıştı.

İncelemeler sonunda bilim adamlarınca türü teşhis edilemen yaratığın iskelet yapısının bir sürüngene ait olduğu ancak diş yapısının insana benzediği anlaşıldı. Dişler aynı bizlerdeki gibi çok köklüydü. Ayrıca solunum sistemi uzun süre su altında kalacak yapıdaydı..

İnsanı andıran özellikleri çoğunluktaydı.

Bir kere beyin vücuduna göre oldukça büyüktü, özellikle arka bölümü insan beynini andırıyordu ki, bu onun çok akıllı bir tür olduğunun kanıtıydı.

Tüm incelemelere rağmen uzmanların hepsi cesedin orjini konusunda farklı düşünmekteydiler. Kimilerine göre ceset bilinmeyen bir tür hayvandı, kimisine göre maymun cenini bazılarına göre ise dünya dışı bir yaratıktı.

Bu olaydan sonra Lopez’in ölümü ile sır perdesi bir kat daha arttı.

Amerikalı UFO araştırmacısı Joshua P. Warren çiftçinin daha sonra yol kenarına park edilmiş bir araç içinde yanarak öldüğünü açıkladı.

(daha…)

Dyatlov'un Ekibi

Dokuz deneyimli dağcı 1959 senesinde bir gece ansızın dışarının dayanılmaz soğuğuna aldırmaksızın Ural dağları eteklerindeki kamp çadırlarından, gerilerinde ayakkabılarını, elbise ve giyeceklerini bırakarak kaçtılar. Clad’ın üzerindeki pijamasıyla, sığındığı ormanda eksi 30 derece soğuğa dayanması imkansızdı.

Olayı araştıran müfettişler de şaşkınlıklarını gizleyemediler. Dosya çok gizli sınıflandırması ile raflara kaldırılırken, olaya “bilinmeyen zorba bir gücü sebep olduğu” sonucu yazıldı.

Elli yıl önce bir Cumartesi gecesi meydana gelen ve 9 genç dağcının anlaşılamayan ölümleri ile sonuçlanan olay Ural Dağlarının bir kösesinde unutulmaya bırakıldı. Ta ki 1990 senesinde Rusya’nın yeniden yapılanma dönemine kadar… 1990 yılında sır arşivden çıkartıldı. Araştırmalar başladı. Ancak ölenleri yakınları için esrar perdesi bırakın kalkmayı aralanmadı bile..

Ekibe hastalığı sebebiyle katılamayan ve böylece dağcıları benzer kaderinden kurtulduğu anlaşılan Yury Yudin yıllar sonra olayın incelendiği bir televizyon belgeselinde “ eğer Tanrı’ya tek bir soru sorma şansım olsaydı; bu soru ‘o gece arkadaşlarıma ne oldu?’ olacaktır” demekteydi.

Her şey Böyle Başladı

Yudin ve Ural Politeknik Enstitüsü’nden dokuz öğrenci 28 Ocak 1959 günü iki hafta sürecek bir gezi için Ural dağlarında yolculuğa başladılar. Yolculuk kuzeyde bulunan ve son yerleşim yeri olan Vizhay’a kadar planlanmıştı. Seferi başında oldukça deneyimli bir dağcı olan Igor Dyatlov vardı. Heyetteki herkes daha önce de daha zorlu deneyimlere katılmış, çetin insanlardı. Yudin daha seferin başında rahatsızlandı ve ekipin gerisinde kaldı. Böylece ekip 2 si kadın 7’si erkek toplam dokuz kişiden oluşacaktır.

Kayakçılar 2 Şubatta Otorten’i geçerek Holat Syahl tepesine ulaşmayı başardılar. Ekipten kalan fotoğrafları ve günlükleri inceleyen müfettişlere göre saat 5’te çadırlarını kurarak kamp yeri oluşturdular. Kayakçıların bu bölgeyi neden tercih ettikleri belli değil. Çünkü grup 1,5 km. ileride dağ eteğindeki ormanlık bölgeye kamp kurmuş olsaydı, böylece iklimin sert etkilerinden de kendini koruyabilecektiler. Böylesi bir noktayı seçmiş olmaları bir şeylerden endişe ettiklerini düşündürmektedir.

Yudin’e göre bunun sebebi Dyatlov’un orman içindeyken etraflarındaki orman örtüsü nedeniyle tepeyi gözden kaybetme korkusu olmalıydı.

Keşif seferi için Enstitüden ayrıldıkları sırada Dylatlov Otorten Dağından Vizhay’a döndüklerinde durumları hakkında telgraf çekeceğine söz vermişti. Bu işin muhtemel tarihi 12 Şubat olarak planlandığı için o güne kadar kimse grubun durumundan endişe etmediler. Hatta Dylatlev Yudin’e bir kaç gün gecikme olabileceğini de söylemişti. Ancak 20 Şubattan sonra alarm çanları çalmaya başlayacaktı. Enstitü ve kayakçıları yakınları öğrencilerin aranması için polis ve askeri yetkililerden yardım isteyeceklerdir. Bölgeye askeri keşif uçakları ve helikopterler gönderildi.

Cesetlere Ulaşılıyor

Öncü arama ekipleri 6 gün sonra 26 Şubatta kamp yerine ulaşabildiler. Yekaterinburg’dan gelen telgrafta ekip başkanı Mikhail Sharavin “Yarıya kadar yırtılmış ve içi kar ile dolmuş çadıra ulaştık. İçi boş, ancak grup ayakkabılarını bile çadırda bırakarak burayı terk etmiş,” diye yazmaktaydı.

Ekibin Çadırı

Yapılan teknik incelemede çadırın içeriden yırtıldığı ve civarında karın altında kalmış olan 7-8 kişiye ayak izlerinin olduğu anlaşıldı. Ayak izlerinin hiç birinde ayakkabı veya çorap giyildiğine dair belirti yoktu. Bu ayak izleri yalın ayaklı birilerine aitti. Hem de gecenin o dondurucu soğuğunda..

Peki, çadırdaki gençleri, gecenin bir yarısı dondurucu soğukta, yalın ayak ve bir daha hiç kullanmamak üzere çadırlarını yırttırarak dışarı kaçmaya zorlayan hangi güçtü?

Araştırmayı yürüten dedektiflere göre bu ayak izleri gruptakilere aitti ve hiç bir yabancı ayak izi tespit edilemedi. Kampta 9 dağcıdan başka kimse yoktu. Civarda da..

Ayak izleri dağın eteğindeki ormana doğru gidiyor ancak 5oo metre sonra aniden yok oluyordu. Sharavin ilk iki cesedi ormanın sınırında bir çam ağacının altıda buldu.

Cesetler ekipteki 24 yaşındaki Georgy Krivonischenko ve 21 yaşlarındaki Yury Doroshenko aittiler. Ve her ikisi de ayakları çıplak ve üzerleri elbisesizdi. Sadece iç çamaşırı giymişlerdi. Yanlarında yakılarak kömürleşmiş ağaç parçaları vardı. Çamın dalları ağacın 5 metre kadar üst kısımdan koparılmıştı. Demek ki, adamlar olaydan sonra ağacı tepesine çıkarak etrafa veya bir şeylere bakmışlardı. Bir kısım dal kırıkları kar üzerinde dağınık olarak bulundu.

Yardım Arama Ekipleri

Dyatlov, Zina Kolmogorova (22) ve Rüstem Slobodin (23)’e ait sonraki üç ceset ağaç ile kamp arasında 150 metre ara ile bulundu. Cesetler arasındaki mesafeden onları kampa dönmeye çalışırlarken öldükleri sonucuna varıldı.

Uzmanlar hemen adli tahkikata giriştiler. Cesetler üzerinde yapılan otopsi işlemlerinde net bir sonuca ulaşılamadı. Adli tıp uzmanları beş cesedin hypothermia (yani soğuk etkisi ile donarak) neticesi öldüğünü açıkladılar. Slobodin’i kafasında fraktür tespit edildi ancak bu kırık ölümcül olmadığı anlaşıldı.

Olay mahallinde kalarak 2 ay boyunca araştırmalarını sürdüren araştırma ekibi çamlıklardan 75 metre uzakta kara gömülü dört cesedi daha ortaya çıkardı.
Nicolas Thibeaux-Brignollel(24), Ludmila Dubinina (21), Alexander Zolotaryov (37), ve Alexander Kolevatov (25). Bunları travmatik ölümler olduğu anlaşılacaktır. Thibeaux-Brignollel’ın kafatası kırılmış, Dubunina ve Zolotarev’in kaburga kemiklerinde kırıklar bulunmakta ve gene Dubinina’ın dili yerinde sökülmüştü.

Tüm bunlara rağmen cesetlerin travmaya uğrayan kısımlarının dış yüzeylerinde yani cesetlerin üzerlerinde yaralanma belirtileri yoktu. Yani kırık kemikleri etrafını saran kas-et ve deri üzerinde yaralara rastlanılmadı. Cesetlerdeki tahribat araba çarpmasına benzetilmesine karşın yara izleri oluşmaması olayı esrarengizliğini iyice arttırdı.

Sır İyice Yoğunlaşıyor

Son dört ceset diğerlerinden daha kötü giyimliydi. Anlaşılan sonraki, ilk kim öldüyse onun kıyafetlerini üzerine geçirmişti. Zolotaryov, Dubinina’ın kürklü montunu ve şapkasını giymişti. Dubinina’ın ayağında ise Krivonishenko’un yün pantolonu vardı.

Elbiseler üzerinde yapılan incelemelerde ise yüksek oranda radyasyona rastlanılmış olması başlı başına muamma idi.

Olayda bir kaç ay geçtikten sonra yetkililer itham edecekleri kimseye ulaşamadıklarını, vakıanın çözümsüz kaldığını açıkladılar. Böylece dosya gizli bir arşive gönderilerek unutulmaya terk edildi.

Yıllar sonra sırrı çözmeye çalışan Yekaterinburg-Dyatlov Olayını Araştırma Derneği Başkanı Yury Kuntsevich olayın olduğu sene 12 yaşında olmasına rağmen otoritelerin ve araştırmacıları olayı halktan saklama gayreti içinde olduklarını hatırlamaktaydı.

Savcılık önce Mansi yerlilerinin bu cinayetleri işledikleri iddiasını araştırdı. Güya kendi yurtlarına geçiş yolu açan kâşifleri birilerin cezalandırdığı düşünüldü. Oysa ne Otorten ve ne de Holat-Syahl yöre halkınca kutsal veya özelliği olan yerler değildi. Keza olay mahallinde de dokuz kayakçıdan başkaları olduğuna dair hiç bir iz ve belirti yoktu. Otorten Dağı Mansi dilinde “Ölüm Dağı” anlamına geliyordu. Hepsi o…

Daha sonraları olayı yeniden ele alan Rus uyruklu bir tıp uzmanı çok güçlü bir rüzgarın vücutta yumuşak dokuya zarar vermeden kemikleri kıracağını iddia etti. Belgeleri inceleyen Dr. Boris Vozrozhdenny “bu bir araba kazasındaki etkiye eşit etki doğurur,” dedi. Yani kayakçılar güçlü bir fırtınaya tutularak çadırdan çıkmış, yaralanmış, yollarını kaybetmişlerdi.

Uçan Küreler Füze mi UFO mu?

1990 yılında bir röportaj sırasında olayı inceleyen başmüfettiş Lev Ivanov o tarihlerde bölgede görev yapan üst düzey yetkililerden kendisine olayı kapatarak gizli sınıflandırması ile bulduklarının saklanmasını emrettikleri anlatmıştır. Kendisi de bu yetkililere, içlerinde olayı gören askerler ve hava tahmin görevlileri dahil çok sayıda tanık olması sebebiyle böyle bir şeyin mümkün olmadığını; Şubat ve Mart ayları içinde olayı gerçekleştiği noktada “parlak uçan küreler” gözlemlendiğini söylemiştir.

Portakal Renkli ateş Küreleri

Ivanov, ‘Leninsky Put’ isimli mahali Kazak Gazetesine verdiği demeçte “ O zaman da şüphelenmiştim, ancak artık bu kürelerle ölümler arasında direkt ilişki olduğundan eminim” demiştir. Ivanov Kazakistanda emekli iken vefat edecektir.

Gerçekten de sınıflandırılmamış dosyalarda yakın bir alanda kamp kurmuş olan bir grup macera düşkününün tanıklıkları vardır. Bu gruptaki kişiler ölen kayakçıların kampından 50 km. kadar ilerlerinde aynı gece gökyüzünde Holat-Syahl’a doğru ilerleyen ‘portakal rengi küreler’ görmüşlerdir.

Ivanov teorisine göre çadırdaki kayakçılardan biri küreleri gördü ve bağırarak diğerlerini uyandırdı. Ormana doğru kaçarlarken küreler patladı kayakçılardan dördü ağır yaralandı ve Slobodin’in kafatasındaki kırık bu sırada oluştu.

Yudin de arkadaşlarını patlamada öldüklerine inanmaktadır. Grup muhtemelen habersizce askeri bir bölgeye girmiş ve gizli bir silahın denemesi sırasında kaza eseri ölmüşlerdir.

Kuntsevich, bir başka ipucundan bahsetmektedir. Ölüleri ilk olarak gördüğünde yüzlerinde kahverengi kabuksu bir tabaka olduğunu hatırlamaktadır. Yudin de açıklanan dökümanlarda iç organlardan parça alınarak incelemeye gönderilmesine rağmen, sonuçlarının saklandığını söylemektedir.

Tüm bunlara karşın Holat-Syahl’da patlama teorisini destekleyecek hiç bir iz bulunamamıştır.

Askeri Deneme İhtimali Araştırılıyor

1959 senesinde Rusları veya Kazakistan’ın böylesi füzeleri olduğu bilinmemektedir. Sovyet Füzeleri üzerine araştırma yapan Alexander Zeleznyakov o tarihlerde henüz yerden atılan füzelerin inşasının yapılmadığını söyler. Savunma Bakanlığı ve Valilikte olay tarihlerinde böylesi denemelerin yapıldığına dair resmi veya gayrı-resmi bir belgenin olmadığını iddia etmektedirler.

Kuntsevich bölgeye yaptıkları ve başkanı olduğu bir keşif gezisinde olaydan arda kaldığını savunduğu bir metal parçasını elinde bulundurmaktadır. “ Ne çeşit bir askeri teknolojiyi test ettiklerini bilmiyorum ama 1959 felaketi insan-elinin ürünüdür,” demektedir. Yudin’e göre askeri yetkililer bölgelerinde çadırı fark ettiler ve yaptıkları gözlemde kayakçı elbise ve kayak takımlarını askeri elbise ve malzeme zannetme hatasına düştüler.

1959 senesinde bir gece aniden dokuz kayakçının hayatına mal olan ne idi? Dosya 30-40 sene sonra tekrar ele alınıyor. Ancak o dönem şartlarında toplanan ve açıklanan belgeler ne derece sağlıklıdır, belli değil. Daha ekibi bir çok fotoğrafı ve ses kaydı açıklanmadan ‘gizli’ ibaresi ile kamuoyundan saklanmaktadır.

Yeniden Gündemde

1990’da yazar Anatoly Guschin olayla ilgili bir araştırma yapıyor ve dosya yeniden hatırlanıyor. Yazar bazı fotoğrafları ve önceden bilinmeyen ayrıntıları gün ışığına çıkarıyor. Pek çok belgenin ortadan kaybolduğunu anlaşılıyor; hem de en can alıcı belgeler. Araştırmasıyla ilgili “Sırlar Dokuz Hayata Maloldu” isimli bir kitap yazıyor. Yazara göre Sovyetlerde askeri bir silah denemesi sırasında dokuz kişi ölüyor. Tabii bu da bir teori.. Gerçek çok farklı olabilir

Dyatlov Geçiti Anıt Mezarı

Bu arada UFO, Kocaayak, Yeti ve Hayalet avcıları da hikayeyi duyar duymaz komplo teorileri de üretilmeye başlanıyor…..

Chupacabras

Yaklaşık 15 yıldır Güney Amerika’ye dehşete düşüren bu yaratık Batılı Bilim Adamları için sadece bir efsane… Oysa bölge halkı için gerçek bir bela olan bu garip yaratığın hiç şakası yok.  saldırı sayısı ve tanık o kadar çok ki oralarda bir yerde hakikaten bir şeyler dönüyor olmalı..

Chupacabra efsanesi ilk olarak 1995 yılında Puerto Rica dağlarında duyuldu. Canovanas civarında garip bir yaratık çiftlik hayvanlarının kanını içerek onları öldürmeye başladı. Bulunan hayvanların cesetleri üzerinde kanın çekildiği küçük bir veya birkaç delik bulunmaktaydı. Hayvan cesetlerini inceleyen bir yerel veteriner “Yaralar kamış çubuk girecek kadar ve 8-10 cm kadar derine inmekteydi” diye açıklama yapmıştır. 1995 yılında başlayan esrarengiz katliamlar daha sonraki senelerde de artan oranda sürecektir. Chupacabra’nın saldırısına uğrayan bir kadın, onu koyu kırmızı gözlü, sivri dişli kanguru benzeri bir yaratık olarak tanımlamış tır. Canovanaslı bir başka tanık ise yaratığı “60-70 cm. boyunda dinozorunkine benzer derili, tavuk yumurtası büyüklüğün de kırmızı gözleri olan, uzun sivri dişli ve sivri çeneli geri doğru yatan kafası olan” bir yaratık olarak tarif etmiştir. Evcil keçilere musallat olduğu için ona Keçiboğan adı verilmiştir

Kasım 1997 senesi içerisinde Puerto Rica’dan yeni Keçiboğan raporları gelmeye başlamıştır. Luis Guadalupe gördüğü yaratık için “çirkin bir şeytan gibiydi,havada uçuyordu” kelimelerini kullanmıştır. “Bir yılanınkini anımsatır uzun bir dili vardı” demektedir.

Pekiyi bu yaratık neyin nesidir? Bazılarına göre kurttur, bazılarına göre vampir kimine göre ise şeytan veya uzaylı yaratıklardır. Puerto Rico uzun zamanlar Uçan Dairelere ev sahipliği yapmıştır. Amerikan hükümetinin burada bir askeri üs kurduğu ve üsten esrarengiz gemilerin havalandığı anlatılır.

Chupacabra’nın görülmesiyle birlikte, şeytanla ilgili efsanelerde bahsi geçen yoğun bir kükürt kokusu etrafı kapladığı söylenmektedir. Tanık Madelyne Tolentino kanguru gibi zıplayan hayvanı gördüğünde, sülfür kokusu aldığını anlatmaktadır. Bazı olaylarda inanılmaz bir güç gösterdiği bilinmektedir. Bir olayda yaratık 3,5×4 metre ebadındaki bir demir kapının menteşelerini attırmıştır. Bir dedikoduya göre ise yaratık çıkardığı koku sayesinde avının hareketsiz kalmasını sağlamaktadır. Böylece onun kanını daha rahat içebilmektedir. Yaratık sadece çiftlik hayvanlarına değil insanlara da saldırmaktadır. Jalisco’da oturan Angel Pulido “büyücü gibi dev bir yarasa tarafından” ısırıldığını bildirmiştir. Ayrıca Meksika’dan Teodora Reyes, Chupacabra’ya ait olduğunu iddia ettiği toprak üzerinde pençe izleri tespit etmiştir.

Bu tür kan içme ve vampir olayları Puerto Rico ve Meksiko halkını oldukça korkutmaktadır. Chupacabra’nın gün ışığında mağara veya toprak altında saklanıyor olma ihtimali halkı tedirgin etmektedir. Ne yazık ki, Puerto Rico bir çoğunun içerisine hala girilememiş millerce uzunlukta mağara sistemleriyle örülüdür. Bu da bir Chupacabra avının yapılması imkanını ortadan kaldırmaktadır. Puerto Rico’da yaratığı aramaya oldukça gönüllü biri vardır. Canovanas Belediye Başkanı: Jose Soto. Başkanın 30 cm uzunlukta bir hac ile silahlanarak kendini korumaya aldığı söylencesi yaygındır. Tüm bunlar oldukça komik gibi görülse bile Puerto Rico halkının olay karşısında duyduğu korkunun neticesi olduğu açıktır.

Meksika ve Amerika Birleşik Devletleri’de Durum Ne Alemde

Amerika’daki olaylar Meksika’daki olaylarla inanılamayacak kadar benzer özellikler göstermektedir. İlk gelen rapora göre Arizona, Tuscon’da Billy Nubian’ın iki keçisine gece yarısı bir yaratık tarafından saldırılmıştır. Billy yaratığın büyük bir fare gibi olduğunu, projektör ışığını üzerine çevirdiğinde insan gibi bir çığlık atarak oradan uzaklaştığını söylemiştir. Kaliforniya, Teksas, Baya Kaliforniya ve Miami’den benzeri Chupacabra raporları alınmaktadır. Baya Kaliforniya’da boğazında iki delik bulunan hayvan cesetleri bulunmuştur. Gelen raporlar göre bir köpek ölüsü bulunmuştur. Miami’de bir gecede tam 69 adet çiftlik hayvanı katledilmiştir. Hayvanlar Sweetwater bölgesinde yaşayan iki çiftliğe aittir ve sahipleri bu işi Chupacabra’nın yaptığına inandıklarını televizyonda açıklamışlardır.

Panama’da, Daisy Arauz evin köpeğinin Chupacabra tarafından katledildiğini açıklamıştır. Tüm ülkede boğazında delikler bulunan hayvan ölüleri rapor edilmiştir. Elizabeth Seavedra gece yarısı bir Chupacabra’nın saldırısına maruz kaldığını iddia etmektedir

Brezilya

Brezilya’da oldukça kuvvetli Chupacabra olayları olmaktadır. 29 Haziran 1997 yılında Brezilya televizyonunda Chupacabra ile ilgili bir program yapılmıştır. Brezilya’da bir çok Keçiboğan olayına değinilmiş, hatta birinin ölü ele geçtiği haber konusu edilmiştir. İki adam geceleyin balık avlarken gölden bir yaratığın çıktığını görmüşler. Ne olduğunu anlayamamışlar ve üzerine ateş etmişlerdir. Ertesi sabah Chupacabra’nın ölüsünü bulmuşlardır. Hayvanın kafasını koparmışlar ve saklamışlardır. Programda tanıklar kafayı halka göstermişlerse de, hayvanın diğer kısımlarını ve kemiklerinin tahlil için verilmesini reddetmişlerdir.

chupacabra film afişi

Julia Oluşumu En Meşhurlarından Biridir

Dünya üzerinde son bir kaç on yıldır görünmeye başlayan tarlalardaki bu oluşumlara bir çok ad verildi.  Saklı Site olarak oluşumu en uygun anlatan ve en kulağa hoş gelen tanım EKİN HALKALARI’dır. Hasat Daireleri, Ekin Çemberleri vs. adlarına göre bu adın daha doğru olduğuna inanamaktayız.

Dünyamız birbirinden ilginç ve her geçende bir yenisi eklenen enteresanlıklar ve çözülemeyen olaylarla doludur. Ancak bunlar içinde kuşkusuz en güzel görünümlü olan biri diğer bilinmeyenlerden kolayca kendini ayırmaktadır. Bahsettiğimiz olay “Ekin Halkaları(Crop Circles)”dır.

Son birkaç on senedir muazzam güzellikte piktogramlar dünyanın bir çok ülkesindeki tahıl ekim alanlarını kaplamaya başlamıştır. Bu ülkelerin en başta gelenleri Avustralya, Kanada ve Amerika Birleşik Devletleridir. Hatta ilginin artmasıyla son zamanlarda Japonya’da da benzeri oluşumlar tespit edilmeye başlanılmıştır. İngiltere son on beş sene içinde tespit edilen 3,000 kadar ekin halkası ile dünyanın en zengin ülkesidir. 1980li yıllarda önceleri basit dairelerden oluşan halkalar tespit edildiyse de ilerleyen zamanlar içinde kompleks oluşumlar açığa çıkmaya başlamıştır. Bu oluşumların nasıl meydana geldiklerini veya kimler tarafından yapıldığını bilmemekteyiz. Ancak oluşumları ile ilgili bazı küçük bilgilerde edinmedik değil. Biyolog ve Ekin Halkaları konusunda uzmanlaşmış Dr.Wiliam C.Levengood ekinleri bu hale sokan her ne ise onların hücreleri üzerinde bazı ancak mikrodalga ile oluşabilecek hızlı değişikliklere de sebebiyet verdiğine inanmaktadır. Hücrelerde oluşan bu değişimler aynı zamanda tohumlanma oranı da arttırmaktadır.

Zaman içinde çok değişik biçimlerde Ekin Halkaları görülmeye başlanmıştır. Bunların bazıları bize haklarında bilgi sağlarken bir kısmı ise sadece karışık matematiksel şekillerdir.

Piramitler gibi Dünya üzerinde açıklanması zor olan bir çok eseri Uzaylılara dayamaktan hoşlanan görüşe göre bu şekiller de ancak Dünyamızı ziyaret eden Uzaylılar tarafından yapılabilmektedir.

Tümü insanlar tarafından aldatma kastı ile yapılmış olabilir mi? Yoksa arkalarında başka insanlar mı var?
Öyle ise, bugüne kadar niye gerçek sahipleri açığa çıkmadı( tabi bir kaç oluşumu sahiplenerek üzerlerine attıkları imza işaretlerle teorilerini kanıtlayanlar dışında). Niçin birileri çıkıp olayı tümden aydınlığa kavuşturamadı.

Ekin Halkaları bugün için gerçekten açıklanması zor fenomenlerden biridir. Bu oluşumların varlığı çok eskilere gitmektedir. İlk Ekin Halkasının nerede açığa çıkarıldığı ve ya oluştuğunu saptamak imkansızdır. Ancak bilgilerimize göre bilinen ilk Ekin Halkasının M.Ö.800 yılında Fransa’da görüldüğü kayıtlara geçmiştir.

1678 tarihli eski bir el yazısı eserde çiftliğin ekinlerini biçen Şeytan tasvir edilmiştir. Ancak bu çiftçinin hatasıdır. Çünkü kitaba göre çiftçi ücret konusunda ekin biçicilerle anlaşamamış, istedikleri ücreti fazla bularak onlara bu ücreti vermektense ekinini Şeytan’ın kaldırmasını tercih edeceğini söylemiştir. Akşam olunca ekinleri içinden bir ateş yükselir ve etrafı aydınlatan bir ışık çıkar. Ertesi gün çiftçi bir kısım ekinlerin ‘hiçbir ölümlü tarafından yapılamayacak kadar düzenli şekiller bırakılarak biçildiğini’ görecektir.

ekin halkasını dans ederek oluşturan şeytan figürü

Bu resme baktığımızda ise yıllar içinde Ekin Halkalarının nasıl komplike bir hal aldığı daha iyi anlaşılmaktadır. Tabidir ki , bununla birlikte konu hakkında teorilerde çeşitlenecektir.

kayıp dünya

Resimde ilginç biçimde Güneş Sisteminin oluşturulduğu görülmektedir. Herşey tamam olmasına rağmen Dünyanın bulunduğu kısım boş bırakılmıştır. Bir çok kereler insanlığa uyarı mesajları gelmiştir. bir keresinde nükleer bir üsde UFoların görüldüğü bildirilmiştir. Atom bombaları kendiliğinden devre dışında kaldığı günümüzde eğer bu da bir uyarı ise üzerinde düşünmek gerekir. Sizce Dünyanın olduğu kısmı boş bırakmak neyin mesajı olabilir?

Ekini Halkaları Avcıları

Dünyanın her yanında araştırmacılar Ekin Halkalarını araştırmaya devam etmektedirler. Her gün bir yenisi açığa çıkarılmaktadır. İşin uzmanları bu yüzey şekillerinden hengisinin gerçek hangisinin sahte olduğunu eskiye nazaran daha çabik bir şekilde ayırt edebilmektedirler. Zaman zaman aldatmacaları hazırlayanlar kendilerini ele vermektedirler.

Bazı Ekin Halkaları o kadar güzel yapılmaktadırlar ki, uzmanlar bunların insan eli ürünü olup olmadığı konsunda oldukça tereddütte kalmaktadırlar. “Gerçek” Ekin Halkalarında mahsül üzerinde garip değişiklikler görülmektedir. Aşağıdaki resimlerde bunların bazılarını görebilirsiniz.

Tahrip

Ekinlerin baş kısımları patlamaktadırlar. Dışarıdaki halkalarda bulunan tohumlar içerdeki halkalardakilere nazaran 5 kat daha yavaş büyüme göstermektedirler. Uzmanlar bunu anlamak için Rodox adını verdikleri bir test işlemini uygulamaktadılar. Test sonuçlarına göre bitkilerini mitokondirilerinde normalden daha fazla hava birikmektedir. Bu da bize halkaların oluşum sırasında yüksek bir basıncın etkili olduğun kanıtlamaktadır. Bu ciddi havalanma sorunu elektriksel basınçtan kaynaklanıyor olabilir. Aynı sonuç uzun süre elektrik etkisinde kalan insanlarda da görülmektedir.

Bazı çok kompleks oluşumlar ekin halkaları fenomenine yeni ilginçlikler katmaktadır. Sanki bunları yapanlar bir bilmece sormaktadırlar. Belki de uzmanlar için bu oluşumlar her zaman bir sır olarak kalacaklardır. Örneğin Hollada’nın Assen yakınlarında bulunan aşağıdaki şekiller içinde beyaz bir toz ve jöle benzeri bir madde tespit edilmiştir.

Ekinler içindeki beyaz toz parçaları

Bu beyaz toz iyice incelenmiş ancak Dünya üzerinde bilinen hiç bir maddeye benzemediği sonucuna varılmıştır. Eğer bu esrarengiz madde olayın gerçekten araştırılması gereken bir muamma olduğunu kanıtlamaya yetmiyorsa bir de 1998 yılı yaz aylarında bulunan Cherhill eteklerindeki oluşuma bakmak yeterli olacaktır. Bu Halkalar üzerinde ölmüş çok sayıda sinek bulunmaktadır. Biçimleri bozulmadan korunmuş olan sineklerin tümünün dili ekinler üzerine yapışmış vaziyettedir.

Ekinler üzerine yapışık ölü sinekler

Diğer bir kısım sinek ise yaralanmış görünmektedir. Ölü sinekler sadece halkaların içinde yer almakta, cıvar ekinlerde bulunmamaktadırlar. Bu keşiften sonra oluşumlarda ölü böcekler dikkat çekmeye başlayacaklardır.

Mars Tüp Geçitleri

Richard Hoagland tarafından keşfedilen bu camdan yapıldığı anlaşılan tüp tüneller Mars Gezegeninin şu anda en önemli sırrı olarak kabul edilmektedir. Kayaların arasında gezegenin iç kesimlerine doğru inen bu tünellerin ne amaçla kullanıldığı bilinmemektedir. Bilinen tek şey bunların kesilikle bir yer yüzü biçimlendirmesi yani doğal bir yapı olmadıklarıdır. Nitekim bir çok fotoğrafta görülen ve yüzeyin hemen yakınından geçip aşağılara inen bu tüp geçilerin tüm gezegeni kuşattığnı söylemek yanlış olamayacaktır. Peki bu tünellerin yapım amacı nedir?

Kızıl Gezegen'in Sır Dolu Yapısı

NASA tarafından bu tüplerin aslında lav püskürmeleri sırasında oluşmuş yapı bozulmaları olduğu iddia edilmekteyse de, tünellerin biçimleri, düzgün hatlar üzerinde gitmeleri ve bulundukları yerlerin özellikleri göz önüne alındığında gariplikleri hemen anlaşılmaktadır. Nitekim yazının baş kısmında ressam John Bejko’nun bir çalışması görülmektedir. Çalışmanın çiziminde NASA’nın Mars Çekimleri esas alımıştır.

Cam Tüneller Gezegen Boyunca Uzayıp Gidiyor

Uzaylı Kaçırılmaları

Bazı araştırmacılara göre uzaydan gelen yaratıklar yaklaşık 300 yıldır insanları kaçırmaktadırlar.

Dünya çapında ünlü İngiliz UFO uzmanı Jenny Randles ( Türkiye’de de kitaplarından ikisi tercüme edilerek basılmıştır) en ilginç ve belgelenmiş uzaylılar tarafından kaçırılma ve yakın temas vakalarını yeni yayınladığı The Complete Book of Aliens and Abductions-Uzaylılar ve Kaçırma Olayları Üzerine Kapsamlı Kitap (Piatkus Yayınevi, Londra, İngiltere) adlı eserinde geniş yer vermiştir.

Uzman tarafından en ilginç bulunan 10 olay şunlardır:

1. Teath, İngiltere, 1645: Pitt ailesinin yanıda hizmetçi olarak çalışan 15 yaşlarındaki Anne Jeffries evin bahçesinde tamamen şuurunu yitirmiş ve yerde acılar içinde kıvranırken bulundu. Genç kız kendine geldiğinde patronlarına yanına bir kaç küçük insana benzer yaratığın geldiğini, vucuduna dokunarak onu öpmeye başladıklarını anlattı. Daha sonra kızın başı dönmüş ve her şey kararmıştı.

Halk Efsanelerinde UFOlar
Hizmetçi kız uyandığında kendini oldukça aydınlık bir yerde etrafında kendi tabiri ile “küçük perilerle çevrili” bulmuştur. Daha sonra yaratıklar genç kızı incelemeye başlamışlar ve özellikle de dikkatlerini üreme organlarına vermişlerdir– Karanlık ortadan kalktığında hizmetçi kendini bahçede bulmuştur.

2. Song-Zi Xian, Çin, 1880: Çiftçi Yut Ten ağaçlar arasanda parlak cismi gördüğünde evine gidiyordu. Birden felce uğradı ve havalandığını hissetti. Etrafta büyük bir vınlama sesi vardı ve çiftçi kendinden geçerek bayıldı. Kendine geldiğinde bir dağdaydı. Aradan yaklaşık iki haftalık bir zaman geçmişti ve evinden 450 Km uzakta Guizhou Eyaletindeydi!

3. Paarl, Güney Afrika, 1951: Tanınmamış bir İngiliz mühendis ıssız bir dağ yolunda aracını sürmekte iken küçük insan benzeri bir yaratık tarafından durdurularak kendisine “suya ihtiyacımız var” denildi.

Yaratığa yardım etmek için dağda bulunan bir su kaynağından su temin eden mühendis onu içinde yaralı vaziyette yüz üstü yatan bir başka varlığın bulunduğu tepsi biçimli aracın pilotuna götürdü. Ziyaretçi gökyüzünü göstererek yer çekimini kaldıran teknolojileri ile oradan geldiklerini söyledi.

4. Vienna, Avusturya, 1955: İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin elinde bir çok iskenceler görmüş bir insan olan Josef Wanderka, ormanda yürürken ağaçsız bir bölgede büyük, gri renkli ve yumurta biçiminde bir araçla karşılaştı. Gemidekiler onu güveteye aldılar. Bunlar uzun boylu, sarışın çift cinsiyetli güzel suratlı varlıklardı. Ziyaret sırasında Wanderka ağlayarak yaratıklara Nazilerin zulümlerinden bahsetti ve eğer ileri bilgileri ve güçleri varsa Dünyayı düzeltmeleri için yalvardı. Onlar da Dünya tarihinin gidişatına karışamayacaklarını söylediler.

5. Grodner Pass, İtalya, 1968: Walter Rizzi, disk biçmindeki cismi gördüğünde sıkı bir fren yaparak motosikletini durdurdu. Bir süre sonra gri tenli, kel kafalı ve kedi gözlü küçük yaratıklar açığa çıkacaktır. Bu yakın temas sırasında yaratıklar “manyeti araçlar” sayesinde yolculuk yapabildiklerini ve gezegemizide hızlı yaşlandıkları için çok kısa bir zaman dilimi içinde Dünyada kalabildiklerini anlatmıştır. Yaratıklar, Rizzi’yi Dünyanın manyetik kutuplarının değişeceği ve böylece Dünya üzerindeki bir çok yaşam biçiminin ortadan kalkabileceği iklim değişiklikleri olabileceği konusunda uyarmışlardır.

6. Imjarvi, Finlandiya, 1970: Çiftçi Esko Viljo ve ormancı Aarno Heinonen kayak yaparlarken garip kırmızı bir sisle karşılaştılar. İki adam sisler içinde bir uçan dairenin belirdiğini fark ettileri; şuurlarını kaybetmeden önce kör edici bir ışık hüzmesinin açığa çıktı ve dağ eteğinde kendilerine geldiler. “Trol benzeri varlıklar” gördüklerini sonradan hatırlayacaklardıdr. Her ikisi de güneş yanığı tedavisi göreceklerdir. Doktorlar bunların aslında radyasyon yanığı olduğunu inanacaklardır.

Imjarvi Karşılaşması

Heinonen yaratıklarla çevrili garip bir odaya alındıklarını hatırlamaktadır. E.T. ler kendilerine ileride tekrar kontak kurabilmek için kafalarının içine bir alet koyduklarını söyleyeceklerdir.

Finli ormancı bu takılan aletin yan etkisi olarak bazı psişik güçler edindiğini söyleyecektir.

7. Gisborne, Yeni Zelanda, 1978: Bölgede açığa çıkan UFO dalgasından sonra üç genç kadın UFO avına çıktılar. Evlerine geri döndüklerinde hafızalarındaki anlaşılamayan bir saatlik kayıp dışında başlarından geçen garipliklerle ilgili hatırladıkları hiç birşey yoktu. Kadınlardan bir hipnozla geriye döndürüldüğünde yaratıklar tarafından bir arkadaşı ile birlikte kaçırıldığını hatırlayacaktır. Kurban varlıklardan birini çıkardığı ışık hüzmesi ile yakalanmış ve daha sonra kendini yaratıklar tarafından bir levha üzerine yatırılmış vaziyette incelenirken bulmuştur. Yaratıkları uzun zayıf yüzlü ve büyük gözlü olarak tanımlamaktadır. Hipnoz sırasında olayı yeniden yaşayan kadın travma geçirerek “Beni yalnız bırakın. İğrenç.. bunu benden uzak tutun… bunu yapamazsınız!” diye bağırmıştır.

8. Pyrogovkoye Gölü, Rusya, 1978: ‘Anatoly’ takma adını kullanan bir subay gölün kıyısında devriye gezerken iki insan-benzeri yaratıkla karşılaşarak telepatik bağlantı kurar. Ona içecek vererek uyuturlar ve daha sonra gölün kıyısında kendine gelir. Anatoly esirlerini komünist yapmak için zayıf bir girişimde de bulunduğunu hatırlamaktadır. Ordudan ayrılmak için yalandan delilik yaptığı suçlaması ile itham edilmesine rağmen, psikolojik testler, hipnoz seansları ve bağlandığı yalan makinasindan elde edilen sonuçlara göre uzmanlarca yalan söylemediği anlaşılacaktır.

9. Vancouver, Kanada, 1985: Alvina Scott uzaylılar tarafından kaçırıldığını, çalışmalarında kullanılmak için yumurtalıklarından birinin alındığını ve böbreklerinde bulunan hastalığı iyileştirmek için kendi vucuduna bir tıbbi müdehale yapıldığını iddia etmekteydi. Gerçekten de, ultrasonik testlerde hastalıklı böbreklerinin tamamen iyileştiği görülmüştür.

Kendisini Hoova olarak tanıtan ve insan görünümünde olan varlığın yuvarlak kafalı bir gri olduğunu ve hipnotik projeksiyon sayesinde kendini bize bu formda gösterdiğini öğrenmiştir. Ayrıca kendisine insan ve uzaylı DNA’larının karıştırılması ile uğraştıklarını söylemişlerdir.

10. New York, N.Y., 1989: Manhattan’da oturan Linda Napolitano çok yüksek bir katta bulunan apartman dairesinden kaçırıldığını, yaratıklar tarafından kullanılan yer çekimini ortadan kaldıran bir ışın ile penceresinden uzay araçlarına götürüldüğünü ve burada çok ciddi bir tıbbi tahlilden geçtiğini iddia etmektedir.

Asıl şaşırtıcı olan anlattıklarının iki görgü tanığı tarafından da teyit edilmiş olmasıdır. Binanın dışında bulunan ve yüksek mevkideki birine koruyuculuk yapan tanıklardan biri tepesinde uçan bir kadın gördüğünü ve yanında iki Gri Adamının bulunduğunu söylemiştir!

Uçan Çubuklar

Kafamızı yukarıya kaldırdığımızda güneş, ağaçlar, ay yıldızlar ve kuşlarla böcekler dışında başka neler görürüz. Uçan balıklar, uçan çubuklar veya uçan daireler mi? Gözle olmasa da kameralarla uçan çubukları tespit etmek mümkün. Pekiyi uçan çubuklar nedir?

Uçan Çubuklar (Flying Rods) son zamanlarda Ufo edebiyatına katılan yeni bir kavramdır. Gök Balığı (Sky Fish) veya Güneş Varlıkları (Solar Entities) da denilmektedir. Biz onlara kısaca Çubuk’lar diyeceğiz.

Bu varlıklar çıplak gözle görülememektedirler. Ancak bir video kaydını ağır çekimde izlerseniz onları görebilirsiniz. Bu nedenle bu yaratıkların (veya her ne iseler) çok hızlı hareket ettikleri düşünülmektedir.

Çubuklar ilk olarak José Escamilla isimli bir araştırmacının yer altı ve mağaralara ait çektiği bir video ile dünyaya tanıtıldı. Bu video Meksika’da bir mağara araştırması sırasında çekilmişti. Önceleri kimse filmlerdeki Çubukları fark etmemişlerdi. Ne zaman ki, filmler üzerinde çalışmalara başlandı, montaj sırasında etrafta uçan çok sayıda Çubuk olduğu fark edildi.

Aşağıda buna ait videoyu seyredebilirsiniz:

Uçan Çubuklar Amerika, Avusturalya, Kanada, Avrupa, Çin başta olmak üzere dünyanın her yerinde görülmekte. Evde bulunan açık havada çekilmiş videolarınızı ağır çekim ile seyrederseniz kimbilir belki bir tanede siz görebilirsiniz.

Bazılarına göre bunlar Kriptozolojinin (türü bilinmeyen hayvanları inceleyen bilim) alanına girmekte olan yeni bir tür yaratıktır. Bazıları Çubukların UFOlar ile bağlantısı olduğuna inanmaktadırlar. Şüphecilere göre ise aslında kamera önünde anat çırparak uçan böceklerin oluşturduğu ve ancak ağır çekim seyri sırasında ortaya çıkan basit bir göz aldanmasından başka bir şey değildir.

Özbekistan'da Bir Mağaradaki Dergi Sayfası???

30 yıl kadar önce dünya-dışı ziyaretçiler tartışması Batı’da Daniken ile gündeme gelmiştir. Aradan geçen süreye rağmen teorinin hala sıcaklığını korumakta olduğunu görüyoruz.

1970li yıllarda Erich Von Daniken’in ” Chariots of the Gods? – Tanrıların Arabaları” adıyla ülkemizde de olay yaratan kitabı oldukça popülerdi. Bir çok kimse tarafından kabul gören yazarın teorisine göre İnsanlık en eski çağlarından beri kozmik ziyaretlerle karşılaştı. Uzaylıların bu ziyaretleri insanlığın efsane ve geleneklerinde korunmuştur. Daniken’e göre bu ilk ziyaretler tarihöncesi çağlarda başlamış ve insanlığın gelişiminde önemli bir etken olmuştur. Bu görüşe göre şimdilerde kaybolmuş bir ırkını öyküleri sayısız antik öyküde anlatılmaktadır. Lemurya, Atlantis ve Nazca tüm bu antik temasların sonucuna dair anlatılar içerir. Daniken’in bu önermelerinden sonra benzeri sayısız kitap ve makale yazılmaya başlanmıştır. Böylece Antik Çağ astronotlarına dair ayrı bir edebiyat ve kurgu dalı ortaya çıkmıştır.

Daniken 14 Nisan 1935 yılında İsviçre’nin Zofingen kasabasında doğdu. Öğrencilik yıllarında antik kutsal yazmalardaki öykülerle büyülendi. Ancak meşhur kitabını İsveç’teki çalıştığı bir otelde yazabildi. Otel müşterilerine yazdığı kitaptan bahsettiğinden hepsinin ilgisini uyandırması doğru yolda olduğu kanısını uyandırdı. Kitabına ” Gelecekten Anılar ” ismini koyduysa da yayıncısı bu ismi beğenmedi ve Tanrıların Arabaları olarak düzeltti. Kitap prehistorik çağlarda dünyaya gelen uzaylı zekaların insanlık medeniyetini kurduğunu iddia etmekteydi. Kaynak olarak eskinin anlatılarını, tarihi yapımları ve efsaneleri kullanmaktaydı. Folklorik bu alt yapı kitabın ilginç iddiasına ayrı bir egzotizm katıyordu. Ancak Daniken teorilerine dayanak yaptığı kanıtlarını gelişigüzel çok incelemeden seçip kontrolsüz bir biçimde sunuyordu. Üniversite çevresinden gelmemiş olması ona bu hakkı veriyordu.

Kendisine sorulduğunda ‘ben bir şeyler iddia etmiyorum, sadece sorular soruyorum’ diyordu.

Kitabında Ahit Sandığını dev bir elektrik kondansatörü olduğunu kanıtlamaya çalışıyor, Nazca düzlüğündeki ancak yukarıdan görülebilen devasa çizimleri kozmik ziyaretlerin gerçekleştiği hava limanları olarak anlatıyordu. Daniken’in mağara Özbekistan’da mağara duvarına çizildiğini iddia ettiği Uzaylı-Tanrı resimlerinin daha sonra yakın tarihte bir Fransız derginin benzer konuda yazdığı makalenin illistrasyonu olduğu açığa çıkıyordu. Bir yandan Velikovsky’nin teorisini savunuyor diğer yandan Venüs gezegeninin eski insanlar tarafından tanındığını iddia ediyordu. Konuya ilgi artıkça ve enformasyon çoğaldıkça kendisi de sonraki kitaplarında geri adımlar atıyor, bazen yanıldığını ikrar ediyordu.

Aslında ona ait olduğu iddia edilen teori ilk olarak 1950-60 lı yıllarda Ruslar tarafından tartışılmış, kendinden önce bir çok batılı okültist yazar tarafından ileri sürülmüştü. Raymond W. Drake’ın beş kitaplık Gods and Specemen? serisi bu kitaplar içinde en çok okuyucu bulandı. Pauwels ve Bergier’in ” Büyücülerin Sabahı ” ( Bu kitap Türkiye’de Evrenin Sahipleri ve Almanya’da 3000 yılına Doğru ismi ile yayınlanmıştır) isimli yapıtından hiç bahsetmeyen Daniken tüm dayanaklarını bu kitaptaki teorilerden alıyordu.

Daha sonraları, aynı konuda benzer veya tamamlayıcı başka çalışmalar da yapıldı. Bunlardan bir Alan Alford isimli yazarın çalışmalarıydı ki, önce uzaylıların dünyaya medeniyet getirdiğini iddia eden yazar, daha sonra aynı materyalleri kullanarak eski çağlarda göksel bir felaket yaşandığını medeniyetlerin bundan etkilendiği söylemeye başlamıştır. Daha sonra teorisindeki delikleri fark ederek, gene aynı kaynakları baz alıp bu kez aslında böyle bir göksel afetin hiç bir zaman olmadığını insanın kendi benliğinde var olan korkuları ile bunun yarattığını ve medeniyetini buna göre biçimlendirdiğini ileri sürmeye başladı. Yazar durmadan çark ediyordu.

1994 yılında ” The Orion Mystery ” (Türkçe Tanrıların Evi Orion’da adı ile yayınlanmıştır) adlı ortak çalışmalarında Robert Bauval ve Adrian Gilbert Eski Mısır medeniyeti ve halkının Orion (Avcı) Takımyıldızından gelen ziyaretçilerden ortaya çıktıklarını savunmuşlardır. Gilbert ve Bauval takdir edilecek bir buluş yapmışlardır. Üç büyük piramit Orion Takımyıldızının kemer kısmını oluşturan üç yıldız ile aynı konumda ve oranlı uzaklıkta olduklarını fark etmişlerdir ki, bu fikir Mısır bilimcileri tarafından da kabul görmüştür. Orion teorisi ziyaretçilerin Orion Takım yıldızından geldiğini ve Avcı takım yıldızının bu yüzden tüm insanlığın ortak ilgisini çektiğini iddia etmekteydiler. Erich von Daniken

Antik çağ Mısır halkı Osiris isimli Tanrıyı kutsal sayarlardı. Osiris “Şa” isimli kozmik isimle anılırdı. Mısır dilinde bu Orion Takımyıldızını temsil etmekteydi. Gilbert ve Bauval piramitlerin yüzeyinde garip bir şaft buldular. Bu alanın ölen firavunların ruhlarının yeniden geldikleri Orion takımyıldızı yönüne gönderilmesi için düşünüldüğünü söylediler. Bu görüş dünyanın yörüngesinin değiştiği gerçeği ile çok örtüşmemekte ve farazi bir teori olarak görülmektedir.

Böylece daha yeni yeni Danikenler ortaya çıkmaya devam etti. Tanrıların Arabaları kitabından sonra Daniken yaklaşık 30 kitap daha yazdı ve 60 milyon kopya sattı. O yolculuk yapmaktan, yeni fikirler üretmekten, televizyon programlarında kendi teorilerini görmekten keyif alıyor olmalı.

Hezekiel

2003 yılında onun teorilerine kaynaklık eden obje ve verilerin gösterildiği kendi projesi olan “Mysteries of the World Theme Park – Esrarengizlikler Parkı” hizmete açılmıştır. Bu yaşlı adam kendi teorilerini kanıtlamakta zorlansa bile arkeolojiye katkısı kadar yarattığı sektör ile de takdiri hak etmektedir.

(SAKLI SİTE)

deforme kafatası

Eski medeniyetler neden deforme kafa yapılı insanlar üretmeye ve bunları yönetici aileler olarak kabullenmeyi tercih ettiler.

Rus arkeologlar Sibirya’da gömülü bir dizi uzatılmış kafatası buldular. Ancak bunlar bu tür bulunan ilk kalıntılar değildirler.

Aşağıdaki film bu kazıya ilişkindir:


Uzatılmış kafatasları dünya çapında bir çok kültürde rastlanılan bir olaydır. Bugünkü Irak topraklarında M.Ö. 45.000 tarihlerine kadar geri giden buluntulara rastlanmıştır. Bu insanlar henüz bebek iken kafalarına müdahale edilerek kafatası yapısı deforme edilmekteydi.

Deforme edilerek uzunlaştırılmış bu kafatasları ile trepanasyon adı verilen kafatasları üzerinde benzer aletlele ve aynı nitelikteki ameliyatlar dünyanın her yerinde yapılan kazılarda ortaya çıkmaktadır. Birbirlerinden kıtalarca uzakta olan kültürler nasıl oluyor da aynı deformasyonu yönetici ırk olarak seçiyor ve aynı aletlerle aynı kafatası bölgelerinde mağara şartlarında ameliyatlar yapıyorlardı. En önemlisi amaçları neydi? Bu arkeoloji bilminin en önemli sorularından biridir.

Ocak 2009 ayında Sibirya’daki kazıda çıkarılan kafatasları da bunlardandır. Bunların tümüyle insan ırkına ait olduğu kabul edilebilir mi? Ya bu kafataslarının bir kısmı dünya-dışı medeniyetlerle teması kanıtlamaktaysa?
Amarna Prens HeykeliAntik Mısır’ın uzun kafatası yapısı ile hemen dikkati çeken Akhenaten sülalesi tarafından bir dönem yönetildiği ve bu ailenin yönetimi sırasında dini bir reform gerçekleştirilmeye çalışıldığı bilinmektedir.

Moldovya’daki bir televizyon kanalının haber bülteninde Rusya’da çekilen bir program sırasında kameraya yansıyan görüntü, spiker ve yorumcu tarafından değerlendiriliyor.

Oldukça ilginç görüntü düzmece mi, gerçek mi belli değil.  Ancak Rusya medyası sahte UFO haberleri  ile sabıkalı olduğu tüm dünyaca bilinmekte.

Konuya bir yorum da siz yazın.

Uzaylı Naziler??

Birileri savaş suçlusu olarak aranan Nazilerin Antartika ve Ay’a gidere üslendiklerini ve 2018 de geriye geleceklerini iddia etmekte..

Aynı komploculara göre 2012 de kıyamet kopacağına göre her halde uzaylı Naziler Ay’da mahsur kalacaklar :=)

Videoyu seyretmek için tıklayınız.

Ufo Crash

Daha önce haber bültenlerine ve internet sitelerine bu resimler ile Rusya’da düştüğü iddia edilen bir UFO’ya ait haberler geçilmişti. Aradan bir süre geçtikten sonra şimdi bu fotgraflara ait video görüntüleri gündemde..

Görüntülerde olay yerine giden askeri bir birlik ve rütbeli tahkikatçılar ile ağaçlık bir arazide yere çakılmış büyükçe bir disk görülmekte..

Yorum sizin. Video içeriği gerçek mi, yoksa bir propaganda malzemesi mi?

Litvanya Üzerindeki Garip Işık Oyunları

Bu resim geçen ay Litvanya’nın Sigulda kentinde tasarımcı Aigar Truhins tarafından çekildi.

Hava içindeki kristal buz parçaları hissedilecek kadar soğuktu, böylece bu kristaller içinde yansıyan şehir ışıkları ilginç manzarlar oluşturdu.

sigulda-3

Işık sutunları havanın çok soğuk olduğu kış gecelerinde şehir ışıklarının etkisi ile gökyüzüne doğru uzayan görsel bir şölene dönüşebilmektedir. Bu ışıklar aynen lazer ışını gibi kilometrelerce uzağa kadar uzayabilmektedir.

Cıvalı lambaların yaydığı ışıklar mavimsi veya kırmızı sütunlar oluştururken, yüksek basınçlı sodyum lambalarından süzülen ışık kırmızımsı veya sarımtırak bir hal almatadır.

sigulda-21

Türk boyalı basınında bu habere bir ekleme daha yapılarak bilim adamları çok şaşırdı, halk uzaylılar geliyor diye bağırıp kaçıştı gibi asparagaslarla süslenmeye çalışıldı. (SAKLI SİTE)

sigulda-4

ruzgargulu

Lincolnshire’da Louth yakınlarındaki gökyüzünde parlayan küreler gördüklerini söyleyen görgü tanıklarının şikayetleri üzerine bölgede yapılan kontrollerde rüzgar tirbünlerinin ezildiği tespit edildi.

Tanıklardan Dorothy Willows, göküyzünün ışıklarla kaplandığını ve düşük irtifada uçan bir nesne gördüklerini, bu nesnenin gökyüzünden türbinlere doğru dalış yaptığını anlattı. Savunma Bakanlığı yetkililerinin ise, UFO olduğu iddia edilen gizemli cismin insansız bir uçak olabileceği yönünde açıklamada bulunduğu bildiriliyor. Bu aracın test uçuşu yaptığı ve bu sırada türbinlere çarpmış olabileceği tahmin ediliyor.

Taranis adı verilen bu uçağın Donna Nook ve North Coates bölgesinde uçtuğu bildiriliyor. Hawk jetleriyle aynı boyutlarda olduğu açıklanan Taranis’in, savaş alanlarına bomba taşımak için geliştirildiği söyleniyor. İngiltere’nin kendi UCAV (Muharebe-İHA) sistemini (Taranis) geliştirdiği daha önce duyurulmuştu. Bazı görgü tanıkları ise gördükleri şeyin UFO olduğunda ısrar ederken başka teorilerde bulunanlar da mevcut.

Komplo teorileri arasında, bir Rus casus uçağı, bir doğum günü partisinden atılan havai fişekler ve kasabanın çılgın gençlerinin vandalizmi gibi açıklamalar dolaşıyor.

(Kaynak: cnnturk)